Sosyal Medya

Röportajlar

Mardin’in Üçköy’ünde Pizza Rüzgarı: Moris Dal’ın Efsanevi Lezzetleri

yazar

Yayınlayan

on

Mardin’in Midyat ilçesi ile Nusaybin arasında, Bagok Dağları’nın eteklerinde gizlenmiş bir hazine var: Üçköy. Burası, sadece doğal güzellikleriyle değil, artık eşsiz lezzetleriyle de adından söz ettiriyor. Üçköy, Süryaniler’in Turabdin dediği bölgede yer alıyor ve son dönemde ziyaretçi akınına uğruyor. Peki, bu sıradan köyü bu kadar popüler hale getiren nedir dersiniz? Cevap: Moris Dal ve ekibinin büyülü ellerinde pişen nefis pizzalar!

Moris Dal, 43 yıl önce o dönemki terör olayları nedeniyle doğduğu topraklardan ayrılarak Almanya’ya göç etti. Ancak vatanına doğduğu topraklara özlemi ve sevgisi hiç eksilmedi. Sonunda, kendi köyünde hayalini kurduğu pizzacı dükkanını açtı. Üçköy’ün taş fırınlarında pişen pizzalar, yerli halkı ve turistleri kendine çekiyor. Her dilde ve her damakta ortak bir sevinç yaratıyor.

Üçköy artık sadece harika doğasıyla değil, aynı zamanda Moris Dal ve ekibinin elinden çıkan bu efsanevi lezzetlerle de anılıyor. Köy, sadece pizza yemek için bile olsa mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir nokta haline geldi. Midyat ile Nusaybin arasındaki yolculuğunuzda, Üçköy’e uğramadan geçmeyin. Eşsiz manzarası ve unutulmaz tatlarıyla sizi bekliyor olacak.

Dağların eteklerindeki Üçköy’e, bir pizzacı olarak ayak basma fikri, Süryani kökenli Moris Dal’a aitti. Dal, ailesiyle birlikte Üçköy’de yaşarken, 1979 yılında Almanya’ya göç etti. Yeni bir hayat kuran Dal, doğduğu topraklara olan bağını hiçbir zaman koparmadı. Zamanla pizza yapmayı öğrenen Dal, Almanya’da ilk restoranını açarak bu alanda kendini geliştirdi. 24 yıl boyunca restoranını işleten Dal, adeta bir pizza ustası haline geldi. Ancak, köyünden uzak kalmış olmasına rağmen köyünü asla unutmadı.

57 yaşına geldiğinde geri dönmeye ve köye yatırım yapmaya karar veren Dal, kuzeni Gabriel ile birlikte harekete geçti. Moris Dal İsviçre’nin Sesi’ne açıklamalarda bulundu: “İnsan kendi memleketini özler, yaşamak ister. O yüzden buraya geldik. Birçok Süryani burada yatırım yaptı, köyde ev inşa etti, devlet de bu olanağı verdi bize. Eskiden buralar yasak bölgeydi. İnsanlar kendi memleketlerini özlemişlerdi, onun için biz de geldik, boş oturacağımıza bir iş yapalım dedik. Hem yöre halkı yararlansın hem de yöre ekonomisi için de iyi bir şey olsun. En azından 20 ailenin bir başka yere göç etmesinin önüne geçtik.

Moris Dal, köye döndükten sonra bir pizzacı açmaya karar verdi. İlk adım olarak, yöresel Midyat taşından bir bina inşa etti. İnşaat sürecinde, yanında çalıştıracağı kişilere pizza yapımını öğretti. Hazırlık aşaması tamamlandığında ise, kapılarını “İzla Pizzeria” isimli pizza restoranına açtı. Restoranın adını, bulunduğu yöredeki Süryanice ismiyle koydu.

Açılış gününde ilginin beklenenden fazla olduğuna dikkat çeken Dal, şunları söyledi: “İnsanlar şehir hayatından sıkıldı, bazen farklı bir etkinlik arıyorlar. Bu havada, burada pizza yemek herkese nasip olmaz. Açılış için 180 kişiye davetiye gönderdik ve tam 718 pizza hazırladık. Ancak, 180 kişilik davetli listemize baktığımızda, gelen misafir sayısının çok daha fazla olduğunu gördük.

Kendi damak tadını yarattı

Pizza, kökeni İtalya’ya dayanan bir lezzet olsa da Moris Dal, yıllar içinde kendi özgün tarzını oluşturdu ve müşterilerine sunmaya başladı. Bu eşsiz pizza tarih boyunca unutulmayacak bir iz bırakacak şekilde adlandırıldı: Asur Pizza.

Dal, kendi yaratıcı damak tatlarını şöyle açıklıyor: “Süryanilere özgü Kalyo pizza adında bir lezzetimiz var, bu kavurmalı bir pizza. Eskiden köylerimizde sıkça yapılır, içinde kıymalı olanı da vardır. Köyde bu tarz hamur işlerine şamborek denirdi. Biz bu lezzeti pizza formatına dönüştürdük ve oldukça talep gören bir lezzet elde ettik. Ayrıca, tatlı bir pizza da icat ettik. Bu pizza köy pekmezi ve peynirle yapılır. Yemek sonrası 5-6 kişi rahatlıkla bir tane bitirebilir. Adeta künefenin modern versiyonu gibi.”

“Köyümü bir daha terk etmem”

Moris Dal, yıllar sonra köyüne dönmenin mutluluğunu içtenlikle ifade etti. Köyün büyük değişimler geçirdiğini belirten Dal, Almanya’ya gitmeden önce köy yaşamının ne kadar zor olduğunu vurguladı. Dönüşünün tarifsiz bir duygu olduğunu dile getiren Dal, köyünü ve toprağını özlediğini ifade etti. Kendi köyüne geri dönmenin, insanın tekrar tekrar kendi köyüne dönme arzusunu tetiklediğini belirtti. Köyünün bugün adeta bir cennet gibi olduğunu söyleyen Dal, eskiden ne yol ne su ne elektrik olduğunu hatırlatarak, köyde yaşanan değişimi vurguladı. Artık suyun, elektriğin ve yolların olduğunu belirten Dal, köyde yaşamaya devam etme kararlılığını ifade etti.

Almanya’daki restoranını kapatıp eşiyle birlikte Türkiye’ye dönen Dal’ın dört çocuğu hala Avrupa’da yaşıyor. Ancak, çocuklar yaz aylarında ebeveynlerinin yanına geliyor.

Üçköy, bu özel lezzetler ve sıcak karşılamasıyla her geçen gün daha da popüler hale gelirken, Moris Dal’ın hikayesi de bir başarı öyküsü olarak köyün anılarında yerini alıyor.

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kültür Sanat

COSPLAY İLE BİLİM ARASINDAKİ İLHAM: REA MİRABİLİS

yazar

Yayınlayan

on

By

BärnerBär Röpotajı

Rea Mirabilis: “Duygularıma göre karakterlere bürünmeyi seviyorum.”

25 yaşındaki Rea Mirabilis, Bern’de biyoloji eğitimi alıyor, cosplay yapıyor ve Japon modasına büyük ilgi duyuyor. Yaklaşan HeroFest etkinliği için de heyecanla kostüm hazırlığında olan Rea, sanat ve bilimi nasıl bir araya getirebileceğini düşünüyor.

Biyoloji eğitimi alıyorsun ve aynı zamanda bir Harajuku hayranısın. Bu iki ilgi alanın arasında bir bağlantı görüyor musun?

Aslında doğrudan bir bağlantı yok, ama gelecekte biyolojiye olan ilgimi kostümlerime yansıtmayı çok isterim. Aksesuarlar konusunda bazı fikirlerim var ve bunları yakında hayata geçirmeyi planlıyorum.

Bu aksesuarlar hakkında fikirlerin var mı? Şu ana kadar neler yaptın?

Axolotl şeklinde küpeler, dinozor figürlü kolyeler ve kimyasal çözeltileri çağrıştıran bilezikler yaptım. Ayrıca pelüş oyuncaklar, kimya şişeleri şeklinde çantalar ve mikroskop altında çektiğim görüntülerden yapılmış kolyeler üzerinde çalışmak istiyorum.

Japon modası seni nasıl etkiledi ve bu tarzla ne zaman ilgilenmeye başladın?

Japon modasının çok farklı desenleri ve kesimleri var, bunlar batı modasında nadir rastlanıyor. Alternatif modayı her zaman sevdim. İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde birçok farklı moda tarzını görürdüm. Tokyo’daki Harajuku bölgesinin de benzer bir atmosfere sahip olduğunu keşfettim. Henüz oraya gitmedim ama mutlaka ziyaret etmek istiyorum. Yaklaşık 10 yıldır cosplay etkinliklerine katılıyorum, son iki yılda ise daha renkli giyinmeye ve cosplay yapmaya başladım.

Bu sadece bir hobi mi, yoksa bir ifade biçimi mi?

Her ikisi de. Cosplay yaptığım karakterler, benim için özel bir anlam taşıyan ya da beni mutlu eden karakterler oluyor. Bazen arkadaşlarıma hatırlatıyorlar, bazen de sadece o anki ruh halime uygun oluyorlar.

Bir kıyafeti hazırlamak ne kadar sürüyor ve şu anda kaç tane kostümün var?

Bir kostümü hazırlamak genelde iki saat sürüyor. Şu an altı kostümüm var, ama yeni bir kostüm üzerinde çalışıyorum. Harajuku tarzına uygun kıyafetlerim de var ve genellikle ikinci el mağazalardan aldığım parçaları da kombinleyerek giyiyorum.

Görünümünle kimleri etkilemek istiyorsun?

Hayat şartları ya da kültürel sebeplerden ötürü duygularını bastırmak zorunda kalan insanları etkilemek istiyorum. Onlara korkmadan kendilerini ifade etmeleri için cesaret vermek istiyorum. Özellikle benimle benzer bir geçmişe sahip olanların, denemekten çekinmeden kendilerini keşfetmelerini ve neyi gerçekten sevdiklerini bulmalarını istiyorum.

Cosplay dünyasında bir idolün var mı? Seni kimler etkiliyor?

En sevdiğim cosplayer, Okumatsuoka. Onun makyaj becerilerine hayranım. Hem erkek hem de kadın karakterlere bürünebiliyor ve bunu çok başarılı buluyorum. Ayrıca Anzujaamu da benim için büyük bir stil ilhamı. Kendi doğum günümle aynı gün doğmuş olması da hoş bir tesadüf. Japonya’dan Sasami Popculture ve Harajuku’dan Mariteiei de favorilerim arasında.

Gelecekte cosplay modelliği yapmayı düşünür müsün?

Aynı anda birden fazla iş yapmayı seviyorum. Türkiye’deyken hem seslendirme sanatçısı hem öğretmen hem de illüstratör olarak çalışıyordum. Farklı şeylerle meşgul olmayı seviyorum. Model olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum ama tekliflere açığım.

Moda için ayda ne kadar harcıyorsun?

Öğrenci olduğum için kazancım sınırlı. Cosplay yayınlarımdan kazandığım 40-50 dolar arası bağışlarla masraflarımı karşılıyorum. Genelde uygun fiyatlı ya da ikinci el kıyafetler alıyorum. Eğer imkânım olursa, Japon markalarından %6dokidoki ya da hashtagDDD gibi ürünler almayı çok isterim. İsviçreli sanatçılardan d4star ve Tamagomiruku’nun tasarımlarını da çok seviyorum.

HeroFest için heyecanlı mısın?

Evet, kesinlikle! İsviçre’de katıldığım ilk etkinlik HeroFest’ti. Bu yıl ilk kez kendi kostümümü tasarladım ve belki cosplay yarışmasına da katılırım. Diğer cosplayer’larla bir arada olmak beni çok mutlu ediyor.

Cosplay genellikle video oyunlarıyla ilişkilendiriliyor. Video oyunları oynuyor musun? Daha çok anime ve manga karakterlerinin cosplayini yapıyorum, ama hikâye odaklı oyunları seviyorum. Mesela Tangle Tower, Omori ve Fran Bow. Eğer bir oyundan cosplay yapacak olsaydım, Danganronpa ya da Persona karakterlerini seçerdim.

Son olarak, cosplay yapmayı düşünen ama cesaret edemeyenlere bir tavsiyen var mı? Dünyanın daha renkli ve eğlenceli bir yer olabileceğini unutmasınlar. Herkesin sevdiği bir karaktere bürünmek aslında hiç de zor değil ve çok keyifli. Cesur olun ve kendinizi ifade edin!

Rea Mirabilis Kimdir?

Rea Mirabilis, 25 yaşında, Türkiye kökenli ve 2023 yılında biyoloji eğitimine devam etmek için Bern’e yerleşti. Sanat ve bilim onun en büyük tutkuları arasında yer alıyor.

#Cosplay #ReaMirabilis #HeroFest2024 #JaponModası #BiyolojiVeSanat #CosplayTutkusu #AlternatifModa #Cosplayİlhamı #İsviçre #Anime #Manga

Haberin Devamını Oku

Gündem

“ÇOCUKLARIM BÜYÜDÜĞÜNDE SİGARA İÇERSE, ONLARIN KARARIDIR AMA ASLA TAVSİYE ETMEM” – LUZERN FABRİKA MÜDÜRÜ SERKAN PUSUROGLU İLE RÖPORTAJ

yazar

Yayınlayan

on

By

İsviçre’nin Dagmersellen kasabasında yılda milyarlarca sigara üretilen dev bir fabrika var. Japon Tobacco International (JTI) bünyesindeki bu fabrikanın yeni müdürü Serkan Pusuroglu, dünya genelinde birçok önemli üretim merkezinde görev almış, başarılı bir mühendis. Türkiye kökenli Pusuroglu, teknolojiye olan tutkusunu ve sigara endüstrisindeki deneyimlerini paylaşırken, bu tartışmalı sektörde nasıl çalıştığını anlatıyor. Aynı zamanda 1 Ekim 2024’te İsviçre’de yürürlüğe giren yeni tütün yasası ve kişisel hayatındaki önemli değişimlere de değiniyor.

Röportaj: Konstantin Kreibich Zentralplus


Serkan Pusuroglu, tartışmalı bir sektörde, sigara üretiminde çalışan bir mühendis olarak dikkat çekiyor. Zaman zaman eleştiriler alsa da, kendisi bu durumu nasıl değerlendiriyor? İşte detaylı röportajdan alıntılar:

Serkan Bey, sigara üretimi gibi tartışmalı bir sektörde çalışıyorsunuz. İnsanlar bu konuda ne düşünüyor, eleştiriler alıyor musunuz?

Serkan Pusuroglu: İnsanların sigara endüstrisini genellikle olumsuz değerlendirdiğini biliyorum. Ancak şunu unutmamak gerek: Biz yasal bir ürün üretiyoruz. Üstelik bugüne kadar kişisel olarak bu konuda hiç eleştiri almadım. Aksine, işimi gururla yapıyorum çünkü teknoloji ve üretim süreçlerinde önemli başarılara imza atıyoruz.

Sigara kullanıyor musunuz?

Pusuroglu: Zaman zaman, sosyal ortamlarda sigara içiyorum. Özellikle doğru ortam oluştuğunda keyif alıyorum ama artık günlük olarak sigara içmiyorum. Gençliğimde, özellikle üniversite yıllarında içiyordum. Ancak çocuklarım doğduktan sonra sigarayı bıraktım.

Çocuklarınız büyüdüğünde sigara içmeye karar verirlerse nasıl tepki verirsiniz?

Pusuroglu: Onlar büyüdüklerinde bu kararı kendileri verecek. Ancak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, sigara içmelerini asla tavsiye etmem. Yine de yetişkin olduklarında ne yapacakları onların kendi tercihleri olacak.

Dagmersellen’deki bu fabrika dev bir üretim tesisi. Sizin gibi iyi eğitimli bir mühendis için sigara üretim sektörü neden cazip geldi?

Pusuroglu: Teknoloji ve mühendisliğe olan ilgim bu sektöre girmemde etkili oldu. Sigara üretiminde hız ve verimlilik kritik önemde. İlk başladığım yıllarda dakikada 10.000 sigara üretiyorduk, şimdi ise bu rakam 20.000’e ulaştı. Makinelerde küçük bir iyileştirme yaptığınızda hemen sonuçlarını görebilmek müthiş bir tatmin sağlıyor. Mühendislikte her zaman aksiyon ve tepkiyi bu kadar hızlı görmek mümkün değil, ancak bu sektörde bunu sıkça yaşıyorsunuz.

1 Ekim’de yürürlüğe giren yeni tütün yasası hakkında ne düşünüyorsunuz? İsviçre’de ilk kez tütün ürünleri için 18 yaş altına satış yasağı getirildi.

Pusuroglu: Bu tür düzenlemeler, özellikle gençleri korumak açısından önemli. Ancak siyasi meseleleri şirketin medya temsilcilerine bırakıyorum. Ben daha çok üretim ve teknolojik gelişmelere odaklanıyorum.

JTI fabrikalarında birçok ülkede çalıştınız. Myanmar’da askeri darbe döneminde yaşadığınız zorluklar nasıldı?

Pusuroglu: Myanmar’da çalışmak gerçekten zordu. 2021’deki darbe sonrası büyük sıkıntılar yaşandı. Elektrik kesintileri, sıkı sokağa çıkma yasakları, iş güvenliği endişeleri hepimizi zorladı. Ancak orada kalıp fabrikanın işleyişine katkıda bulunmam gerektiğini düşündüm. Fabrika çalışanlarına destek olmak benim için öncelikli bir görevdi. O dönem, ailem Polonya’da kalıyordu, bu da zorlu bir süreçti. Şimdi ise İsviçre’de, Zug’da hep birlikteyiz ve burada yaşamak hepimize iyi geliyor.

Dagmersellen fabrikasının JTI bünyesindeki önemi nedir?

Pusuroglu: Dagmersellen, inovasyon ve teknoloji konusunda şirketin dünya çapındaki fabrikalarına örnek teşkil ediyor. İsviçre’nin yüksek eğitimli iş gücü ve burada geliştirdiğimiz ileri teknoloji çözümleri, diğer fabrikalarımız tarafından da yakından takip ediliyor. Özellikle otomatik araçlar ve forkliftler ile yaptığımız geliştirmeler oldukça ilgi çekiyor. Ayrıca, yapay zeka teknolojisi kullanarak sürekli veri analizi yapıyor ve üretim süreçlerimizi optimize ediyoruz.

Bu kadar uluslararası tecrübenizden sonra, İsviçre’de çalışmak nasıl bir deneyim?

Pusuroglu: Luzern bölgesi gerçekten çok güzel. Buradaki fabrika, dünya genelinde tanınan bir üretim merkezi. Ekibimizde 30’dan fazla farklı milletten insan çalışıyor ve iletişim gayet iyi. Myanmar’daki gibi büyük kültürel bariyerler burada yok. Bu çeşitlilik içinde çalışmak büyük bir avantaj.

Sigara üretimi gibi tartışmalı bir alanda çalışmanıza rağmen işinize karşı duyduğunuz bu olumlu yaklaşımı neye borçlusunuz?

Pusuroglu: Teknoloji ve mühendislik her zaman tutkunu olduğum alanlar. Sektör ne kadar tartışmalı olursa olsun, işin teknolojik yönü beni cezbediyor. Ayrıca, bu sektörde her şey çok hızlı. Hız, verimlilik ve teknoloji üçgeninde sürekli yenilik yapmak zorundasınız. Bu beni motive eden en büyük faktörlerden biri.

Son olarak, geleceğe dair hedefleriniz nedir?

Pusuroglu: Dagmersellen fabrikasında teknolojiyi daha da ileri taşıyarak global anlamda örnek olmaya devam etmek istiyorum. Her zaman mühendisliğin gücüne ve insanları bir araya getiren yeniliklere inandım. Burada da aynı vizyonla çalışıyorum ve ekibimle birlikte daha büyük başarılara imza atmayı planlıyoruz.


Bu röportaj, Serkan Pusuroglu’nun sigara üretimi alanındaki kariyerini ve bu sektördeki teknolojik gelişmeleri gözler önüne seriyor. Her ne kadar sigara sektörü tartışmalı olsa da, Pusuroglu’nun teknolojiye olan tutkusu ve liderlik becerileri, bu alandaki zorluklara rağmen ona büyük bir motivasyon kaynağı sağlıyor.

#SigaraÜretimi #TabakEndüstrisi #Teknoloji #Yenilik #Üretim #Sağlık #YasalÜrünler #Gençlik #SigaraYasaları #Luzern #Dagmersellen #JTI #İnovasyon #Mühendislik İsviçre #SchHwiiz #Suisse #Svizzera #Switzerland #İsviçreninsesi

Haberin Devamını Oku

Kültür Sanat

Yazar Melek Turgay İle Keyifli Bir Sohbet

yazar

Yayınlayan

on

Bu sayıda çocuk edebiyatının değerli isimlerinden  Melek Turgay ile yazdığı kitaplar, ilham kaynakları ve çocuklara hitap eden hikayelerinin ardındaki dünyayı konuştuk.  Eserleri, sadece çocukların değil, aynı zamanda yetişkinlerin de ilgisini çeken derin duygusal anlatılar ve eğitici temalarla dolu. Onunla, yazma sürecini, karakterlerini nasıl yarattığını ve çocukların duygusal gelişimine olan katkısını bir kez daha birlikte keşfettik. Yazarın benzersiz bakış açısını ve eserlerine duyduğu tutkuyu daha yakından tanımaya ne dersiniz?

  • )Röportajımıza geçmeden önce yeni kitabını kutluyorum. Okuyanı, okutanı bol olsun. Gelen tepkiler nasıl? Neler hissediyorsun?

MT: Öncelikle çok teşekkür ederim. Yeni kitabım Uykumun Delikleri baskıdan çıkalı bir ay bile olmadı, çok taze henüz. Sevinçliyim. Bir hayalin ete kemiğe bürünmesi, elinizde, evinizde olması çok motive edici bir his. Uykumun Delikleri benim onuncu kitabım ve yeni hikâyelerin peşinde koşmaya hevesle devam ediyorum. Gelen tepkiler de çok güzel. Büyük ve eğitim kalitesi yüksek bazı okulların okul öncesi ve birinci sınıf listelerine şimdiden girdi bile. Beni kitap fuarlarıyla, okul buluşmalarıyla, söyleşilerle dolu bir kış bekliyor ve bunu düşünmek bile yüreğimi pır pır ediyor.

  • Bu kitapta çok değerli çizer Çağrı Odabaşı ile çalıştın. Nasıl oldu bu iş birliği? Çağrı Beyin takvimi her zaman yoğundur. Bu konuda şanlısın Melekciğim:)

MT: Çağrı ile çalıştığımız bu altıncı kitap aslında. Salça ile Havuç’un Maceraları serisini de o resimlemişti. Uykumun Delikleri’ni genel yayın yönetmenim sevgili Burcu Bilir Agalar ile konuştuğumuzda birbirimize, “Bu hikâyenin çizeri de kesinlikle Çağrı Odabaşı olmalı,” dedik ve heyecanla gülüştükJ Çağrı Odabaşı evet çok yoğun, takvimi oldukça dolu, uluslararası işlere de imza atıyor, eğitmenlik de yapıyor. Fakat onunla tüm süreçler boyunca aramızda güzel bir dostluk oluştu. Birlikte çalışırken birbirimize şans getirdiğimizi bile düşünüyoruzJ Çağrıcığım tüm yoğunluğuna rağmen Burcu’yu ve beni geri çevirmedi ve geleneksel yöntemle çalışarak bir sanat eseri yaptı. Onun çizimleri benim hikâyemle buluşunca, metin-resim ilişkisinin oldukça kuvvetli olduğu Uykumun Delikleri kitabı ortaya çıktı. Çağrı Odabaşı’nın sanatı da arkadaşlığı da benim için çok kıymetli. 

  • Peki çocuk kitapları yazmaya nasıl başladın? İlk ilham kaynağın neydi?

MT: Bence 90’lı yıllarda çocuk olmak bu anlamda çok besleyiciydi. Çünkü düşünsenize şimdiki gibi bir sürü uyaran yok. Ders çalışır, aile arasında paylaşılan işleri yapar, dışarıda oynar ve kalan sürede de eğer meraklı bir çocuksanız bol bol okur ve okuyunca da yazardınız, bundan keyif alırdınız. Benim hikâyem tam da bu aslında. Çocukken akşamları odamda kütüphaneden aldığım kitapları okur, hayaller kurar, kucağımda kitabımla uykuya dalardım. Kimi akşamlar ise sadece kafamdan geçenleri yazardım. Çocuk hikâyeleri yazmadan önce dergilerde, edebiyat sitelerinde, kişisel bloğum da farklı konularda hep yazdım ama çocuklara yönelik üretimlerim için başlangıç noktam kızım Nil’in hayatıma girmesiyle oldu. Ona anlatmak için kısa kısa hikâyeler yazmaya başladım. Sonrasında da bunu profesyonel olarak yapmaya karar verdim. Bu işin tekniğini öğrenmek için çok kıymetli yazar Fatma Burçak’tan ders aldım ve ilk kitabım Karnella’yı Çağıran Ses’i yazdım.

  • Çocuk kitabı yazmanın yetişkin kitabı yazmaktan farkları nelerdir?

MT:Çocuklar için yazmak aslında çok köşeleri olan bir iş. Çocukları hem görsel hem de düşünsel anlamda odağına alan bu metinlerde yukarıda da bahsettiğim gibi resim-metin ilişkisinin tam olması önemlidir. Çocuklara anlattığınız hikâyenizin olumsuz (suç işlemek, yalan söylemek, madde kullanımına özendirmek, şiddete meylettirmek ilk aklıma gelenler) unsurlar içermemesi gerekir. Onları düşündürecek, eğlendirecek, kendi hayatlarıyla bağ kurmalarını sağlayacak nüanslar kullanmak hoş olur. Çocuklara, serüven, merak, düş gücü, bilgi aktarımı odaklayan metinler yazılmalıdır. Özetle yetişkin edebiyatına nazaran dikkat edilmesi gereken hususlar çocuk edebiyatında daha fazladır.

  • Bir yazar için tüm karakterleri aynıdır ama yine de sormak istiyorum; Var mı kitaplarında şu karakterimin yeri ayrıdır dediğin? Ve karakterlerinin oluşum sürecini anlatabilir misin?

MT: Evet, çok haklısın Kaderciğim gerçekten tüm karakterlerin yeri ayrı kalbimde. Onları ayırmak zor olsa da belki de bu yolculuktaki ilk yol arkadaşım olduğu için Karnella karakterinin yeri ayrı. Şimdi düşününce ben de fark ediyorum ki karakterlerim gözlemlerimden doğuyor aslında. Bulunduğum her ortamda gözlemci yanım hep çok aktif olurJ ve bir yerlerde mutlaka bir hikâye beni bulur. O hikâyenin baş kahramanı da işte o buluşmada kesinlikle var olan ve benim dikkatimi çeken birisidir. Metne dönüşürken o kişinin ismi değişebilir, fiziksel özellikleri değişebilir ama benim zihnimdeki yeri onun dikkatimi çektiği halidir.

  • Ebeveynlerden veya çocuklardan aldığın geri dönüşlerden seni etkileyenler var mı?

MT: Evet, çok var ama ilk aklıma gelen şu oldu şimdi. Geçen sene İstanbul’da iki gün boyunca özel bir okulda çocuklarla buluşmuştum. O buluşmada güzel bir kız çocuğu biraz çekinerek yanıma gelmiş, yanakları heyecandan al al olmuş bir halde bana kitaplarımdan biri olan Neşe’nin Yıldızları’nı vererek imzalamamı rica etmişti. Ben ismini sorduğumda ise birden bana Kahramanmaraş depreminde evlerinin tamamen yıkıldığını, canlarını zor kurtardıklarını ve tüm kitaplarının yok olduğunu, kitapları arasında Neşe’nin Yıldızları’nın da olduğunu, çok severek okuduğunu ve o gün orada benimle tanışabildiği için, kitabını imzalatabildiği için çok sevindiğini ağlayarak anlatmıştı. Çok etkilenmiş, ayağa kalkıp ona sımsıkı sarılıp ben de ağlamıştım. O anı unutamam…

  • Çocuklara kitap okumayı sevdirmek için ne tür stratejiler önerirsin?

MT: Bu konu hep çok konuşuluyor ve uzmanlar, yazarlar, eğitimciler bir sürü önerilerde bulunuyorlar. Naçizane ailelere benim önerim sadece şu, evde çocukların ulaşabileceğe her yere ilgilerini çekecek kitaplar bırakın ne olur. Bir nevi kitap okumaya maruz kalsın çocuklar. Ve eğer bir kitaba başlayıp sevmedilerse lütfen bitirmesi için ısrar etmeyin. Bir kitabı sevmekle çocuğun okuma iştahı açılır ve sevdiği kitapları okudukça çocukta bir okuma kültürü baş gösterir.

  • Her yazar konuğuma sorduğum bir soru var. Çocuk edebiyatında dil ağacı deyince neler söylemek istersin?

MT: Dil bir toplumun ortak kültürlerinin temelini oluşturur. Anadilini etkin bir şekilde kullanabilen insanlar kendilerini her zaman çok daha anlaşılır ifade edebilir, iletişim konusunda sorun yaşamazlar. Tüm bunları düşünerek çocuklara yazılan metinlerde dilimizin açık, anlaşılır, güncel ve akıcı kullanılması çok önemlidir. Dilimizi sonraki nesillere aktarabilmek için mümkün oldukça yabancı kelimelerden, sözcükleri anlamsızca kısaltmalardan kaçınmalıyız. Dil ağacı her zaman sapasağlam yerinde durmalı, dalları da gelişerek ve korunarak gelecek nesillere ulaşmalıdır.

Melek Turgay Yazar / Editör

Haberin Devamını Oku
Reklam

Trendler