Sosyal Medya

Köşe Yazıları

Bir çift yıldız göz

yazar

Yayınlayan

on

Sessizliğinin içinden usul usul konuşuyor bizimle. Gözlerini dikip uzunca baktığında insan, o hipnotize edici derinlikte kaybolacakmış gibi hissediyor. Biz ona “occhi di stella” diyoruz, yani “yıldız gözlü” . İtalyan eşimin taktığı bu ismi ben de çok yakıştırıyorum ona. O rahat anlasın diye yavaş ve tane tane ama bir yandan da güzelim İtalyanca dilinin melodisinin de hakkını vermeye özen göstererek “occhi di stella” diye fısıldıyorum gözlerinin içine bakarken. Onaylayarak bakıyor bana, belli ki o da seviyor bu ismin tınısını. Tıpkı ona yakıştırdığımız, sayıları neredeyse 30’u bulan diğer isimler gibi bunu da hemen benimsiyor.

Kahverengi birer cam boncuğu andıran kocaman gözleri gökyüzünün bütün yıldızlarını içinde buluşturmuş gibi cömertçe parlıyor gözlerimin içine bakarken. İrlandalı kanının hakkını veren ateş kızıllığından kirpikleri de nasibini almış. Diplerde daha koyu kızıl başlayıp, uçlara doğru yumuşacık açılarak süzülüyorlar. Av köpeği olduğunu gözüpeklikle belli eden uzunca zarif burnunun ucundaki o kömür karası yuvarlak düğme hep ıslak. Etraftaki hiçbir kokuyu kaçırmamak icin sürekli olarak uçları bir açılıp bir kapanıyor.

Dublin’deki evimize ilk geldiği gece onu alt katta -aceleci ve oldukça acemice bir eğitme içgüdüsüyle- yalnız bırakıp yukarı çıkmaya hazırlanmıştım. Nasıl da zalimce! Ailesinden, kardeşlerinden ayrıldığı o zor geceyi onun için kolaylaştırmak varken eğitme telaşına kapılmak da neyin nesiydi. Daha o geceden belli etti güçlü kişiliğini, direndi, avazı çıktığı kadar havladı-sonunda beni aşağıda onun yanında yatmaya razı edene kadar.   

COVID pandemisinin yeni başladığı zamanlardı ve biz İrlanda’ya henüz taşınmıştık. 6 ay gibi uzun bir süre boyunca evlerde kalma uygulaması ile Avrupa içinde rekor kıran Dublin’de, evimizin çevresinde yürüyüşler yaparak sakin bir pandemi dönemi geçiriyorduk. Alışılmış puslu İrlanda gökyüzünde bulutların arasından ansızın güneşin göz ucuyla baktığı bir Dublin öğleden sonrasında çalan telefonla sakin hayatımız değişti. Ailemize bir köpeğin katılmasını çok istediğimizi bilen İrlandalı bir arkadaşımız köpeğinin doğum yaptığını ve istersek bebeklerden birini bize ayırabileceğini söylediğinde heyecandan kalbim duracak sandım. Barınaklarda bu kadar bakılmaya muhtaç köpek varken bu şekilde köpek sahiplenmekten suçluluk duysam da evimizden dışarı adım atamadığımız o günlerde hayatımıza kendiliğinden girmek isteyen bu sürpriz misafir bizim kaderimizdi belli ki. Misafirimiz, kısıtlamalar biraz rahatladığında ancak 3 ay sonra yeni evine gelebildi. İsmi çoktan hazırdı: Grissino! Susamlı İtalyan çubuk krakerleri kadar gevrek kahverengi, albenili ve dinamik bir görüntüsü vardı.

İlk günden beri hiç de utangaç olmayan bir coşku ile girdiği yaşamımızda 3,5 yılını doldurdu. Bu süreçte o, serpilip 36 kiloluk zaptedilmesi güç bir ateş topuna dönüşürken, ben de onun varlığıyla yeni içsel yolculuklardan geçtim.

Hiç kontrol edemediği iç enerjisiyle birdenbire coşup, onaylamadığımız şeyleri yaptıktan hemen sonra pişmanlıkla özür dilercesine patisini uzattığında, eşimle ben sabahları birbirimize günaydın öpücüğü verdiğimizde kıskançlıktan çılgına dönmüş bir şekilde aramıza girmeye çalıştığında veya üzüntülü olduğumu hissettiğinde, hüzünlü gözlerle “seni anlıyorum” der gibi patisini uzatıp sabırla başımda beklediğinde bana bu dünyada sevginin ne kadar farklı şekillerinin olduğunu öğretti. Kısa sürede ailemizin üzerine titrenen elemanı oldu. Yerde uyuyakaldığında başı duvarın köşesine değmesin diye kafasının altına yastık sıkıştırdığımızda, bize bakan bir çift göz yüzünden boğazımızdan geçmeyen lokmalarımızı onunla paylaştığımızda, şimşekler çaktığında korkudan evde sığınacak bir köşe ararken onu teselli etmeye çalıştığımızda veya takıntısı olan tenis toplarından biri balkondan düştüğünde dünyasının yıkılmasına dayanamayıp, elimizde ne varsa hemen bırakıp topu aramaya gittiğimizde onun bize minnetle bakan gözlerinde dünyanın en güçlü sevgisini gördük.

…………………..

Sosyal medyada izlediğim o videonun etkisi günlerdir üzerimde.

Gözünü nefret ve kötülük bürümüş insanın elinin altında çırpınan cana kıyarken nasıl canavarlaştığını, adeta öldürme sarhoşluğu içinde kendinden geçişini gördüm.

Etrafta birikmiş kalabalığın içinde bulunan, yanında küçük kızı ile o vahşi anı film gibi izleyen annenin anneliğinden ne hayır gelebileceğini sorguladım. O küçük kızı uzanıp o dünyadan, o anneden uzaklaştırabilmek istedim çaresizce.

O yumuşacık beyaz cana kıyan adamın birkaç adım ötesinde hiçbir şeyi kaçırmamak için pürdikkat yakından izleyen erkek çocuğunun gözlerinde dünyanın bütün savaşlarını, kavgalarını, hırslarını gördüm.

Adına insan denen varlığın içine giren nefretin şiddeti ile iyice güçlenen kolların altında çırpınırken, küçük de olsa bir umutla nefes alabilmek için kafasını kaldıran köpeğin umutsuzca hareket eden bacaklarında utancı gördüm.

İnsanlığımdan utandım.

O canın başı hareketsizce yere değdiğinde benim de içimde umuda dair bir şeyler öldü.

Hayvanlara yapılan haksızlıklarla ilgili bugüne kadar izlediğimde, okuduğumda boğulacak gibi olup, insan olmanın hesabını kendi içimde vermeye çalıştığım anlarda verebildiğim tek içgüdüsel reaksiyonu verdim yine; köpeğime gidip sarıldım. Kızıl kadifeliğin içine yüzümü gömüp uzun uzun ağladım, endişe dolu bir çift “yıldız göz”ün derin derin bana bakarken, hüznümün sebebini anlamaya çalışıp bana yardım etmek istediğini bilmenin utancıyla. 

              

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

MERDİVENLERİN HAFIZASI: HAYATIN BASAMAKLARI

yazar

Yayınlayan

on

Geçtiğimiz hafta sonu sınav telaşındaydım. Sınav zamanlarında kaygı seviyemden çok duygusallığım zirve yapabiliyor. :))
40’lı yaşlarda tekrar üniversite kampüsünde öğrenci olmak, duygusallıkla birlikte insana farkındalık da katıyor.
Uzatmayayım. :)) Ben iç dünyamla cebelleşirken, göz göze geldiğim bir merdiven beni Ahmet Haşim’in şu dizelerine götürdü:

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak…”

Görüntüsü minik ama bendeki etkisi oldukça büyük olan, şirince bir merdivenle sizlerleyim bu hafta.

Bana hayatı anımsatan, yeşillerin içinde bir merdiven… Tüm hislerimin sessiz şahidi gibi.
Her yerde karşıma çıkmalarına rağmen çok da üzerinde düşünmediğim hayat yolculuğunun bir simgesi.

Çocukluğumuzda sevinçle çıktığımız ya da indiğimiz oyun arkadaşımız.
Bazen basamaklardan atlarken dengeyi sağlayamayarak düştüğümüz anlar…
Canımız yanmasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp, gülüp geçtiğimiz zamanlar…
Her biri, büyümeyi ve öğrenmeyi deneyimlemekti.

Gençliğimizde ise daha hızlı, hırslı ve iddialı çıktığımız basamaklar…
Yorgunluk nedir bilmediğimiz, hedefe odaklandığımız zamanlar.
Belki tutkulu bir aşka tutunarak çıktık, belki kariyerimize…
Tabii arada düşüşler olsa da bu kez acıyı göz ardı edip daha hızlı ayağa kalktığımız yıllardı o yıllar.

Ve en son: olgunluk basamakları.
Artık tane tane, daha dikkatli; gençlikteki heyecan olmadan ama daha içselleştirerek çıktığımız…
Arada durup soluklanma ihtiyacı hissettiğimiz, soluklanırken kazandıklarımızı, kaybettiklerimizi, pişmanlıklarımızı gözden geçirdiğimiz basamaklar.
Belki de çıkmaktan vazgeçip inişe geçtiğimiz; ama bu inişin bir vazgeçiş değil, yeni bir başlangıca hazırlık olduğunu bildiğimiz anlar…
Daha iyisine, daha güzeline…

Merdivenler yaşamın ta kendisi…
Hatta biziz her bir basamağı: duygularımız, yaşadıklarımız, anılarımız…

Hayat merdiveninde güzel hikâyeler biriktirebilmek dileğiyle…

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

EN POPÜLER MODA AKIMLARI

yazar

Yayınlayan

on

31.05.2025

MODA AKIMLARININ YARATTIĞI EN POPÜLER TARZLAR

Moda kavramı; tarihler boyunca insanların giyinme ihtiyacının ötesine çıkarak; yaşam koşullarına, dönemsel olaylara, endüstriyel ve ekonomik gelişimlerine, doğa ve doğa üstü koşullara ve onları etkileyen her doneden etkilenerek farklı giyimlerin ve giyim tarzlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Günümüze geldiğimizde ise popüler kültürün, hızlı tüketimin, güncel yaşamsal olayların, siyasi, ekonomi ve coğrafi koşulların, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, en çok etkileyen faktörlerden olan dijital-sanal dünyanın ve tabiki sosyal medyanın etkisiyle hızla değişkenlik gösteren “moda” kavramının güncel değişkenliğe indirgendiği bir dönemi yaşamaktayız. Buna göre de hızla değişen trendlere, hızla değişen tarzlar eklenmeye devam ediyor.

Z kuşağının Y kuşağının hatta bütün kuşakların giyim tarzlarının iç içe girdiğini de söylemeliyiz.

Siz moda akıllarından hangisini benimsiyorsunuz? Yada farkından olmadan hangi moda akımı sizin tarzınız olmuş? Şimdi anlatmaya başlayalım…

SESSİZ LÜKS (QUIET LUXURY)

Son iki yıldır özellikle en öne çıkan trendlerden biri olan “Sessiz Lüks”; sadelikten gelen şıklığın, zarafetin, asil görünmenin tonlarının olduğu ve asla kocaman bir lüks markanın logosuna ihtiyaç duyulmayan, zengin görünmenin aslında tamda bu minimalist ve çabasız şıklıktan geçmesinin tanımıdır.

Dünya moda markalarının tasarımcıları tarafından lüks moda markalarının defilelerinde “Sessiz Lüks” vurgusu tasarımlara yansırken artık sokak stilinin vazgeçilmez bir tarzı haline geldi.

OLD MONEY tarz AKIMI

Old Money; köklerden gelen zenginliği temsil eden, elit , soylu bir yaşam tarzını yansıtmayı amaçlayan, genellikle uzun süreli zengin ailelerle ilişkilendirilen bir giyim ve yaşam tarzıdır. Bu tarzın hedefi gösterişten uzak kaliteli yaşam tarzını yansıtan parçalardan oluşan kombinler yaratmayı , sade, şık ve zarafeti vurgulamaktadır.

Renk paletinde beyaz, nötr tonlar, bejler, ten tonları, kahveler, lacivert, gri renkler ve pastel tonlar kullanılır. Kombinlerde asla canlı ve parlak renkler kullanılmaz.

KORE K-POP TARZI

Kore tarzı; son yıllarda popüler olan Kore müzik grubu K-POP ve Kore dizilerinden ilham alarak ortaya çıkmış bir tarzdır. Bu tarz minimal etkiler taşıdığı gibi rahat görünümü yansıtan şık parçalardan oluşur. Bol pantolonlar, oversize üstler, yırtık kot pantolon, sweatshirtler, gömlekler, tişörtler ve kombinlerde üst üste giyerek yaratılan bir tarz olarak benimsenmiştir.

RETRO TARZ

Retro tarz; yakın geçmişte moda olan akımların tekrar popüler trendler arasına ggirmesidır. Örneğin 60’li, 70’li yıllarda giyilen bol paça pantolon, platform ayakkabı, puantiyeli elbiseler gibi parçaların günümüzde tekrar moda olarak giyilmesidir. Retro ve Vintage giyim sıkca karıştırılabilir. Retro, yakın bir geçmişte oluşmuş moda akımlarının tekrar ortaya çıkmasıdır. Vintage ise bir dönemden günümüze kalmış kıyafet ve aksesuarların oluşturduğu bir giyim tarzıdır.

PIN-UP TARZI

 1940 ve 1950’lerdeki dergi kapak kızlarından ilham alan onların giyim tarzını benimseyen bir moda akımıdır. Döneme damgasını vuran Hollywood yıldızı Marilyn Monroe’nun tarzı tam olarak bu akımı yansıtmaktadır. Günümüzde Pin-Up tarzı olarak geçen bu stile sahip olmak istiyorsanız , vücut hatlarını ön plana çıkaran elbiseler, bluzlar, diz altında biten etekler, elbiseler, Maryjane ayakkabılar ve tabiki dönemi yansıtan saç ve makyajla sizde pin up kadını olabilirsiniz..

BOHEM TARZI

Bohem tarzı; rahat, bol, dökümlü, salaş kıyafetlerden oluşan, etnik desenlerle zenginleştirilmiş elbiseler, bluzlar, pantolonlar, deri sandalet ve aksesuarlarla kombinlenen bir tarzdır.

Özgür ruhlu bir imajı temsil eden Bohem tarz:aynı zamanda sanatsal etkilerde taşır. Özellikle rahatlığın ön plana çıkardığı için bahar ve yaz aylarının vazgeçilmez stilleri arasında yer alır. Uçuş uçuş etnik desenli elbiseler, tahta renkli boncuklu kolyeler, bereler, saç bantlarıyla kombinlenerek giyilir.

GOTİK TARZ

Gotik ögeleri barındıran, karanlık, esrarengiz, dramatik bir görünümü yansıtan bir moda akımıdır. Siyah giyinmek en temel özelliğidir. Tüller, deri, kadifelerden yapılmış deri ceketler, etekler, uzun marjinal kesimli elbiseler bu tarzı yansıtan en önemli parçalardır. Kalın tabanlı bot tarzları, piercingler, file çoraplar, gösterişli takılar, deri şapkalar gibi aksesuarlar gotik giyimin en önemli tamamlayıcılarıdır.

En az aksesuarlar kadar koyu renkli makyajlarda soluk ten imajı da bu akımın en belirgin özelliğidir.

YAZAN VE HAZIRLAYAN : AYŞENUR DEMİRKAN

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

Firuzan

yazar

Yayınlayan

on

Araftaki Kadınlar

  Fatih Gezer ismini ilk kez, üyesi olduğum Göçmen Kitapseverler Kulübü aracılığı ile duydum. Bu kulüp, dünyanın dört bir yanına savrulmuş biz göçmen kuşları; dilin, hikayenin ve edebiyatın sıcaklığıyla birbirine bağlayan bir topluluk. Her ay bir yazar ya da çevirmeni konuk ettiğimiz bu kolektif alanda, yalnızca kitapları değil; yaşamlarımızı da paylaşıyor, ortak soruların peşinden birlikte yürüyoruz. Telegram grubumuzda Fatih Gezer’in adı sıklıkla geçmeye başlayınca,içime bir merak düştü. İlk Türkiye ziyaretimde kitaplarını edinmek üzere notumu aldım.

  Başlangıçta 2021 Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’nü de alan Ölüler Kıraathanesi’ni okumayı planlamıştım; fakat İstanbul’da geçirdiğim süre boyunca kitaba ulaşamamam sebebiyle o günlerde raflarda yeni yerini alan Firuzan ile Zürih’e döndüm. Kitabı elime aldığım an, sadece bir roman değil; katman katman açılan bir anlatı, bir ağıt, bir direniş metniyle karşı karşıya olduğumu anladım.

 Dünyanın neresinde olursak olalım, kadına yönelik şiddet hala tüm çirkinliğiyle hayatlarımızın içinde. 21. yüzyılda bu acıyı konuşuyor olmak tarifsiz bir utancı da beraberinde getiriyor. Belki de bu yüzden, kadınların sesini duyurabilen her anlatı, benim için çok özel. Firuzan da, yalnızca kadınların yaşadığı acıları anlatmakla kalmıyor; bunu şiirsel, incelikli ve çok katmanlı bir dille yaparak okurunu hem sarsıyor hem de büyülüyor.

 Bu güçlü anlatıya geçmeden önce, yazarın kendisine de yakından bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Fatih Gezer, yalnızca bir yazar değil; müzik, yayıncılık ve gazeteciliği bir arada yürüten çok yönlü bir anlatıcı. Grup Hertelden ve Ötekiler Müzik Topluluğu’nda solist ve gitarist olarak yer alan Gezer, İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü birincilikle tamamlıyor.  2016 yılında “Anlarlar mı?” adlı söz ve müziği kendisine ait olan beş şarkıdan oluşan albümü çıkaran Gezer, hâlen Düşün adlı derginin genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor ve bir gazetede düzenli köşe yazıları kaleme alıyor. Ölüler Kıraathanesi, Suni Tebessüm ve Ruhunu Satanlar Derneği adlı eserlerinin ardından 2025 yılında yayımlanan Firuzan, onun edebi çizgisinde önemli bir eşik.

Dört Nesil, Bir Kader

Firuzan son zamanlarda okuduğum en sarsıcı kadın anlatılarından biri. Kadınların hikâyesi anlatılmadıkça dünya tam anlamıyla dönmeyecek gibi hissediyorum. Dünya döndükçe de değişmeyen kadın hikâyeleriyle yeniden yüzleşeceğimizi ucu paslı bir bıçak ile kalbimizi delerek hatırlatıyor Firuzan. Kuşaklar değişse de kadına reva görülen yazgı değişmiyor.

“Gülmeyi unutanlardan kahkaha ummak boşunadır.”     cümlesi ile aralanıyor hikaye.

 Roman, erken yaşta yaşamla bağını koparan bir kadının, Firuzan’ın kendi ipini çekerek hayata veda etmesi ile başlıyor. Acısına sebep olan  bütün erkekleri, hayattan alacaklı günlerini tekmeler gibi ittiriyor ayağının altındaki tabureyi. Öldükten sonra da huzurla göğe yükselemiyor ve arafta kalıyor. Geçmişin izini sorgularken, orada kendi soyundan kadınlarla karşılaşıyor. Okuru, büyük ninesi Umay’dan kendi annesine kadar uzun bir yolculuğa çıkarıyor.

 1658 yılında büyük büyük nine Umay’la başlayan hikaye, dört kuşak kadının sesiyle çoğalıyor. Bu kadınların her biri, kendi döneminin karanlık yüzüyle hesaplaşırken, yaşadıkları felaketlerin kişisel olduğu kadar toplumsal olduğunu da gösteriyor. Umay ile başlayan kadim bir lanet, nesilden nesile devredilirken, her kadın bir sonrakine daha güçlü bir ses bırakmaya çalışıyor. Umay Nine, Rojda, Hacı Meryem Anne (Maria), Firuzan, Nigâr… Hikâyenin tamamında erkek eliyle açılan yaraları olan bu kadınların, seslerini duyurmayı başarıp başaramadıkları ise romanın temel sorularından biri olarak karşımıza çıkıyor.

 Zaman zaman Firuzan’ın öte dünyadan yükselen sesiyle, zaman zaman da Umay’ın, Dapir’in geçmişin sislerinden gelen fısıltılarıyla şekillenen bu anlatı, erkekler tarafından yazılmış resmi tarihe karşı kadınların sözünü öne çıkaran bir direniş metnine dönüşüyor.

 Firuzan, toplumsal belleği, kuşaklar arası kadın deneyimini ve geçmişle hesaplaşma temasını odağına alan; diliyle, kurgusuyla ve biçimiyle edebi bir bütünlük sunan çarpıcı bir roman.Firuzan ayrıca işitsel de bir deneyim.  Kitabın içine yerleştirilmiş QR kodlar aracılığıyla dinlenebilen özgün besteler, anlatıya eşlik ediyor. Böylece metin, okurun yalnızca zihnine değil, duyularına da sesleniyor. Her şarkı, romanın duygusal haritasında yeni bir bölge açıyor; karakterlerin sesi notalarla daha da derinleşiyor.

Haberin Devamını Oku

Trendler