Sosyal Medya

Köşe Yazıları

DÜNYA BU KADAR ÇİRKİNLEŞMİŞKEN RUH SAĞLIĞIMIZI KORUMAK MÜMKÜN MÜ? 

yazar

Yayınlayan

on

Başlık bu olunca,  yazıda bunun mucize formülünü vereceğim sanılmasın. İlk satırdan bunu söyleyeyim de, bir kandırmaca gibi görünmesin. 

Sosyal medyada o kadar çok kandırmacalı başlığa maruz kalıyoruz ki, farkındalıkla bakmaya çalışsam da, yalan yok bir çok  kez ben de o tuzağa düşüyorum. “Zayıflamanın formulü” nden  , “mutlu hissetmenin beş yolu”na aklınıza gelebilecek her konuda hap bilgiler veren videolardan çok bir şey yok. 

Yazı bile değil, video.  Çünkü kimsenin okumaya tahammülü yok, atlaya atlaya, seyrederek, oturduğun yerden bul formulü..

Neyse aslında hepimizin bildiği  bir konu, ufak bir saptama oldu bu arada.. 

Ama konumuz bu değil.

Konumuz;  dünyada her yerde bu kadar “kötülük” varken, bunları görmezden gelip, hayatımıza devam edebilir miyiz? Ya da nasıl devam edebiliriz? 

Bunun tam cevabı var mı bilemem. Ancak şunu söyleyebilirim, dünya her ne kadar sanki batıyormuş, gibi görünsede,  farklı seviyelerde farklı şekillerde daha önce de benzer dönemler yaşanmış. 

Tabii şu anda  dönüp o dönemi yaşayan insanlara “o korkunç dönemi nasıl atlattınız? “ diye sorma şansımız yok. 

Fakat günümüze kadar gelen birçok eser üretmiş kişiler çıkarmış o dönemler. Demek ki bir şekilde hayata tutunmanın yolunu, üreterek, sanatlarına yansıtarak bulmuşlar.  

Picasso “Guernico” adlı eserini,  İspanya iç savaşı sırasında, İspanya’nın Guernica şehrini Nazi’lere ait uçakların yerle bir etmesinin ardından üretmiş. Guernica’ya adamış. Keşke olmasaymış, ama olan olayı, tarihe unutturmamak adına kalıcı bir eser bırakmış. Günümüzde tabloya bakınca,  sanki tüm acıları, ürkütücülüğü hissedebiliyoruz. 

Bu tip eserler yaratılmış, kayda geçmiş de, gelecek nesiller ders almış mı? Günümüzde yaşananlara ve yapılanlara baktığımızda, cevap; maalesef “HAYIR” 

Dünyada  olanları izlerken, durdurmak için bir şey yapamazken, ruh sağlığımızı nasıl koruruzun tam cevabını bilmiyorum. İyi insan olmak için, kendi potansiyelimizi gerçekleştirmeye çalışıp, etrafa güzel enerji yaymaya çalışmak iyi fikir gibi geliyor. Sizin  farklı fikirleriniz varsa yazın.

Böyle düşünüyorum da her zaman yapabiliyor muyum? O kadar kolay olmuyor.. 

Mesela şuan, “Paris, neden her zaman iyi fikirdir ?” başlıklı gayet de pozitif bir yazı yazmıştım. Kızım işi nedeniyle,  “Paris Moda Haftası”na gidiyordu, ben de ona katıldım. Birlikte bir kaç gün Paris’teydik. Oradayken o yazıyı yazdım. Ama bir iki haber okumak, birden bütün ruh halimi değiştirdi. Yazının birden içi boşaldı. Bu yazı çıkıverdi, ben de o yazıyı gönderemedim..Belki gelecek sefere…. Bayatlayacak bir yazı değil zaten:) 

Yani anlayacağınız, dünya bu kadar çirkinleşmişken, her zaman pozitif kalmak o kadar da kolay değil:) Her anımızı etkiliyor, değiştiriyor, dönüştürüyor..

Ama yine de enseyi karatmayalım..

Harika bir hafta ve güzel bir sonbahar diliyorum. 

Gülten Yazıcı Dülger

gültenyazicidülger #isviçre #köşeyazısı

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

Sosyal Medya ve Toplumun Değer Yargıları: Yüzeysellik mi, Derinlik mi?

yazar

Yayınlayan

on

Köşe Yazısı : Cemil Baysal

Toplumdaki duyarsızlık ve sosyal medyanın çarpık değer yargıları, günümüzün en büyük paradokslarından biri haline geldi. Takipçi sayıları, beğeni sayıları ya da paylaşımlar, gerçekten değerli olanı ölçmekte yetersiz kalıyor. Bir haber kanalı düşünün; milyonlarca takipçisi var ancak yaptığı paylaşımlar, sadece birkaç bin beğeni alıyor. Aynı platformda ise, sırf dekolte giymiş ya da basit bir hareketle dikkat çeken bir kişi, milyonlarca beğeni ve takipçiye ulaşıyor. Bu durum, sadece sosyal medyanın yüzeyselliğini değil, aynı zamanda toplumun neye değer verdiği konusunda da ciddi bir sorunu gözler önüne seriyor.

Artık Türkiye’deki birçok dizide başrol oyuncuları, Instagram’daki takipçi sayılarına göre seçiliyor. Kişilik ve karakter, o eskidendi.

Bir örnek vermek gerekirse, sosyal medyada milyonlarca takipçisi olan bir kadını izliyorum. Yaptığı tek şey, sokakta dans etmek. Ya da bir başka kişi var; sürekli aynı açıdan, aynı ifadeyle pozlar veriyor, konuşmuyor, sadece saçlarını sallıyor. Hiçbir farklılık yok, hiçbir derinlik yok. Yine milyonlarca takipçi ve beğeni topluyor. Peki, bu noktada düşünmemiz gereken soru şu: Bu kadar emeğin, bilginin, araştırmanın karşısında dururken neden bu kadar yüzeysel ve anlamsız içeriklere bu denli ilgi gösteriliyor?

Toplumsal körlüğü görmek için uzağa bakmaya gerek yok. Sabah sokağa çıktığınızda, otobüs durağına, otobüs içinde otururken etrafınıza, trende oturanlara, durakta bekleyenlere bir şöyle göz gezdirin. Elinde telefon olmayan, kulağında kulaklık olmayan kaç kişi göreceksiniz? İnsanlar, bir şeylere bakmak ya da düşünmek yerine, sanal dünyanın içinde kaybolmuş durumda. Gerçek hayatta yaşananların yanı sıra, sosyal medya kültürü de bu körlüğü derinleştiriyor.

Elbette, milyon takipçi toplayan ve farklı fikirler üretip öğreten kişileri de takdir ediyorum. Bu tür bir içerik oluşturmak, yaratıcı düşünce ve yetenek gerektiriyor. Ancak anlatılmak istenen burada başka. Üretim şekilleri ve içerikleri, bir ölçüde dikkat çekici olsa da, toplumsal bir değer olarak kabul edilen bilgilendirme ve derinlik sunan içeriklerin gerisinde kalıyor.

Öte yandan, bizim gibi, İsviçreninsesi gibi, ücretsiz olarak bilgi sunan, haber hazırlamak için saatlerce ön araştırma yapan, sağlık ya da başka alanlarda topluma değer katan kişilere baktığımızda ise tam tersi bir tabloyla karşılaşıyoruz. Bu insanlar her gün hazırlanıyor, emek veriyor; kimi yüz yogası, kimi sağlıklı beslenme, kimi bilinçaltı sorunları, geçmişten geleceğe taşıdığımız kayıtları ve kalıpları temizlemek için insanlara yardımcı olmaya çalışıyor, canlı yayınlar yapıyor ve toplumun bilinçlenmesi için çaba sarf ediyor. Ancak bu emeklerin karşılığı neredeyse yok denecek kadar az. İnsanlar, bu tarz içerikleri okuyor, faydalanıyor fakat bir beğeni ya da yorumla destek olmaya bile yanaşmıyor. Oysa ki bu beğeni, belki içerik üreticisine moral olacak, belki daha fazlası için cesaret verecek. Ama bu noktada cimri davranılıyor. Sorun, içerikte değil. Üretilen bilgi ve içerik, politik bir tartışma değil; aksine insanlara fayda sağlamak için var. Ama iş beğeni vermeye geldiğinde insanlar, cömert davranmaktan kaçınıyor.

Şimdi bir genç kuşağı düşünün. Bilgi araştırıp insanları bilgilendirme yolunu seçip böyle bir hesabı büyütmek için mi uğraşır, yoksa kısa yoldan bir milyon takipçi kazanabileceği örnek hesaplar gibi aynısını mı yapmayı tercih eder? Bu noktada gençlerin tercihi, sadece bireysel başarıları değil, toplumun genel değer yargılarını da yansıtıyor. Kısa yoldan elde edilebilecek başarılar, derin bir bilgi birikimi ve emekle oluşturulan içeriklerin önüne geçiyor. Ben 16 yaşında olsam, insanlara bilgi vermek için emek harcamak yerine, kısa yoldan milyon takipçi toplayıp para kazanabileceğim yolu seçerdim. Bugün çok gencin yaptığı gibi.

Sorun nerede diye soracak olursak, belki de toplumsal bir körlükle karşı karşıyayız. Görünen o ki, değerli olanı fark etmek yerine, geçici olanın peşine takılmayı tercih ediyoruz. Bilgi, emek, düşünce derinliği yerine, görsel hazların ve geçici dikkat dağıtıcıların daha değerli olduğu bir ortam yaratıldı. Böyle bir dünyada gerçek değeri bulmak, ne yazık ki giderek zorlaşıyor.

Peki, bu sorun nasıl aşılır? Belki de daha fazla farkındalık yaratmak gerekiyor. İnsanların, sadece yüzeysel olanı değil, arka planda harcanan emeği de takdir etmeyi öğrenmesi gerekiyor. Toplum olarak, sosyal medya kültürünü eleştirip sorgulamalı ve değerli olanı destekleme yoluna gitmeliyiz. Beğeni veya takipçi sayısı gerçek bir ölçüt değil; asıl ölçüt, üretilen içeriğin insanlar üzerinde bıraktığı kalıcı etkidir.

Bu nedenle, toplum olarak, yüzeyselliğe karşı derinliği ve anlamı, geçici olanın yerine kalıcı olanı değerli kılmalıyız. Emek veren, bilgi paylaşan, topluma fayda sağlamaya çalışan bireyleri desteklemeliyiz. Belki de en büyük değişim, bu duyarlılığı göstermekle başlayacak.

#cemilbaysal #gazeteci #yazar #haber #köşeyazısı #gazeteler #SosyalMedya #ToplumsalKörlük #Yüzeysellik #DeğerYargıları #BilgiPaylaşımı #Duyarsızlık #Farkındalık #EmeğeSaygı #İçerikÜretimi #GençlikTercihleri #KalıcıEtki #SosyalMedyaKültürü #ToplumdaDeğerler #SosyalSorumluluk

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

LÜBNAN’DA, GAZZE’DE PATLAYAN BOMBALARDAN BANA NE…?

yazar

Yayınlayan

on

Köşe Yazısı : Cemil Baysal

Dünyanın bir köşesinde patlayan bombaların, yıkılan evlerin sesini bazen duymuyoruz, duysak bile “Bundan bana ne?” diyoruz. İsrail’in Lübnan’a kara harekâtı başlattığını duyunca omuz silkip yolumuza devam ediyoruz. Peki ya gerçekten bu kadar uzak mı her şey? Savaşların ateşi bize hiç mi dokunmuyor?

Dünyadaki çatışmaların ardı arkası kesilmiyor. İsrail-Lübnan gerilimi, Filistin-Gazze savaşı ya da Rusya-Ukrayna çatışması… Her biri farklı coğrafyalarda cereyan etse de, etkileri aslında hepimize ulaşıyor. Savaşların, sınırların ötesinde nasıl bir etki yarattığını anlamak için çok uzağa bakmaya gerek yok. Çünkü yıkılan her ev, her hayat, kaçınılmaz olarak dünya genelinde bir hareketlilik yaratıyor. Ve bu hareketlilik, er ya da geç bizim yaşadığımız yerlere de geliyor.

Dünyanın bir köşesinde patlayan bombalar, yıkılan hayatlar, sarsılan aileler… Lübnan’da, Gazze’de yaşananları duyduğumuzda çoğu zaman aklımızdan geçen basit bir cümle var: “Bana ne…”. Uzakta, bizden çok uzakta yaşanıyor gibi geliyor. Oysa, bu patlamalar sadece oradaki insanları değil, hepimizi etkiliyor. Bir sabah uyandığında, o savaşın yankıları, senin sokağında, okulunda, hayatında hissedilebilir hale gelmiş olabilir. Dünya küçüldü, uzak dediğimiz her şey aslında yanı başımızda…

Her çatışma, sadece savaşın yaşandığı bölgeyi değil, tüm dünyayı etkileyen büyük bir dalga yaratıyor.

Belki Avrupa’nın görece refah içinde olan bir ülkesinde yaşıyor, bu yüzden olayların seni etkilemeyeceğini düşünüyor olabilirsin. Ama dünya, sandığımızdan daha küçük. Patlayan her bomba, yıkılan her ev, uzaklarda değil, yanı başımızda bir etki yaratıyor aslında. Yıkılan evlerden geriye kalan insanlar, bir çanta dolusu hayatlarını toplayıp kaçıyorlar. Onlar için yeni bir ülke, güvenli bir liman arayışına çıkıyorlar. Ve bir bakıyorsun, o liman senin yaşadığın ülke, belki de yaşadığın kasaba, köy olmuş. Bir sabah uyandığında çocuklarının sınıfında, yanında oturan çocuk savaştan kaçıp gelmiş bir sığınmacı. Aynı sokaklarda gezip, aynı parkta oynuyorlar. Bir bakıyorsun, gençler aynı kafede oturuyor, aynı müzikle dans ediyorlar. Dünya küçük, dedik ya…

2023 yılı Avrupa için rekor düzeyde sığınmacı kabul edilen bir yıl oldu. Sayıların daha da artması bekleniyor. Her sığınmacının ardında bir hikâye var. Evini, yurdunu, ailesini kaybetmiş insanların, yeni bir hayat arayışı var. Sosyal medyada bu göçlerin bazen büyük bir planın parçası olduğu, bilinçli bir şekilde insanların yurtlarından edildiği konuşuluyor. Gerçek ne olursa olsun, gelen insanlar artık buradalar ve bu durum hazırlık gerektiriyor. Eğitim, entegrasyon, altyapı… Bunlar yapılmadan gelişigüzel kabul edilen göçlerin sonuçları, tıpkı Türkiye’nin yıllardır yaşadığı gibi, büyük bir sorun haline gelebilir.

Savaşlar uzak değil. Patlayan her bomba, sadece hedef aldığı yerleri değil, dünyanın dört bir yanını titretiyor. “Bana ne?” demek, sadece kısa bir süreliğine gözlerini kapamak demek. Ama gözlerimizi ne kadar kaparsak kapatalım, bir gün o gerçeklik gelip kapımızı çalıyor. En basit örneğiyle, Ortadoğu’da cereyan eden her kriz ve çatışma, en başta Türkiye’yi etkiliyor. Savaşlar başladığında ilk sığınacak liman, genellikle Türkiye oluyor. Suriye savaşından kaçan milyonlarca insanın ilk duraklarından biri Türkiye oldu ve bu akış, ülkenin demografik yapısını derinden değiştirdi. Peki bu, sadece tesadüfi bir sonuç mu, yoksa uzun vadeli bir demografik mühendislik planının bir parçası mı?

Son 20 yıla baktığımızda, Türkiye’nin neredeyse tüm şehirlerinin demografik yapısının önemli ölçüde değiştiğini görüyoruz. Özellikle güneydoğu bölgelerinde, yerli halkın yanında büyük oranda sığınmacı nüfus birikmiş durumda. İstanbul o eski İstanbul değil. Bu durumun, şehirlerin kültürel ve sosyal yapısını nasıl etkilediği göz ardı edilemez. Kimi uzmanlar, bunun bir plan dahilinde olduğunu, bölgelerdeki demografik nüfus yapısını değiştirmenin amaçlandığını öne sürüyor. Avrupa için de bunun yapıldığı iddia ediliyor. Avrupa’nın 20 yıl önceki haline bakıp şimdiki haline bakınca, bu değişimi gözden kaçırmak imkansız.

Aynı senaryonun Avrupa için de geçerli olduğu iddiaları var. Avrupa, son yıllarda tarihinin en büyük göç dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Milyonlarca insan savaştan, açlıktan ve yıkımdan kaçıp Avrupa’ya sığındı. Bu savaşlar yıkımlar planlı mı? Bu göçlerin, Avrupa’nın demografik yapısını uzun vadede değiştirmesi kaçınılmaz görünüyor. Sosyal medya ve bazı platformlarda, bu durumun bilinçli bir şekilde planlandığı, ülkelerin nüfus dinamiklerini ve politik yapısını dönüştürmek için kullanıldığı dile getiriliyor.

Gerçek ne olursa olsun, hem Türkiye hem de Avrupa için bu göç hareketleri sadece bir insani kriz değil, aynı zamanda geleceğin toplumsal dokusunu şekillendirecek kritik bir faktör haline geldi. Sadece bugünün değil, gelecek nesillerin yaşamını doğrudan etkileyecek olan bu büyük göç dalgasına ne kadar hazırlıklıyız?

#Savaş #Göç #Sığınmacılar #Türkiye #Avrupa #Demografi #Kriz #Gelecek #Toplum #Entegrasyon #SosyalDeğişim #Ortadoğu #Mülteci #MültecilerTürkiye #SığınmacılarTürkiye #GöçTürkiye #MülteciKabulTürkiye #AsılMücadeleTürkiye #MültecilerAlmanya #SığınmacılarAlmanya #GöçAlmanya #AsylumGermany #IntegrationGermany #Mültecilerİsviçre #Sığınmacılarİsviçre #Göçİsviçre #AsylSchweiz #İsviçreEntegrasyonu #MültecilerAvrupa #SığınmacılarAvrupa #GöçAvrupa #AsylumEurope #EntegrasyonAvrupa #AvrupaKriz #SosyalUyum #AvrupaMülteciPolitikası

Yazının Almancasını okumak için alttaki Link:

Haberin Devamını Oku

Gündem

AVUSTURYA’DA SEÇİM SONUÇLARI – AŞIRI SAĞ SANDIKTAN ZAFERLE ÇIKTI

yazar

Yayınlayan

on

Haber: Derya Soygül – Avusturya

29 Eylül 2024 Pazar günü Avusturya’ da parlamento seçimleri yapıldı. Aslında sonuç çok da şaşırtıcı değildi. Uzun zamandır anketlerde yükselişte olan aşırı sağcı FPÖ henüz kesinleşmeyen sonuçlara göre oyların %28’ ini almış durumda. Onu iktidardaki ÖVP %26 ve tarihteki en düşük oy oranını alan SPÖ %21 ile takip diyor. Beklenen bir sonuç daha yeşillerin oy kaybedeceği idi. Nitekim  %8 gibi bir oranda kalırlarken, NEOS bir çıkış yaparak %9,1 ile dördüncü parti olmayı başardı. Kesin sonuçların mektupla oy verenlerin de oyları sayıldıktan sonra Perşembe günü ortaya çıkacağı söyleniyor ama sonucun pek de değişeceği düşünülmüyor.

Şimdi tüm gözler Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’ e çevrilmiş durumda. Demokrasi ve Cumhuriyet değerlerine bağlılığı ile bilinen Cumhurbaşkanı ilk açıklamasında sorumluluk bilinci ile hareket edeceğini, liberal demokrasi değerlerine ve hukuk devleti, insan ve azınlık hakları, bağımsız medya, Avrupa Birliği üyeliği gibi konularda ülkenin çıkarlarını düşünen partiye görev vereceğini belirtti. Bu ilk açıklama, sanki tüm bu değerleri yok sayan FPÖ’ ye görev verilmeyecek gibi algılansa da, görev verilmemesi durumunda bir sonraki seçimlerde daha büyük bir tepki ile karşılaşılmasından da kaygı duyuluyor siyasi çevrelerde.

Öte yandan parlamentoya girmeye hak kazanan diğer siyasi parti liderleri de FPÖ ile bir koalisyona girmeyeceklerini daha seçim kapmanyaları sırasında belirtmişlerdi. Bunu dün akşam kesin olmayan sonuçlardan sonra da vurguladılar. Özellikle NEOS partisinin başkanı Beate Meinl-Reisinger, FPÖ başkanı Herbert Kickl’ ın yüzüne karşı açıkça onu başbakan olarak görmek istemediğini söylemesi dikkat çekiciydi.

Tabii ilk tebrikler gelmekte gecikmedi. Kardeş parti olarak adlandırılan Alman Afd partisi başkanı ilk tebrik eden oldu. Onu Macaristan, Fransa, İtalya ve Hollanda’ dan diğer sağcı parti liderleri takip etti.

FPÖ Neden Yükselişe Geçti?

Daha önve ÖVP ile koalisyon yaptığı sırada FPÖ’ nün o sıradaki başkanı H. C. Stracher tüm ülkeyi şoka sokan İbiza skandalı denilen bir gizli video olayına karışarak hükümetin düşmesine neden olmuştu. İbiza’ da bir Rus oligarşi mensubu olduğunu iddia eden bir kadına ülkedeki önemli gazetelerin yönetimini verme planları yaparken gizli kameraya çekilmiş ve ardından parti başkanlığını ve üyeliğini de kaybetmişti. Daha sonra partinin oy oranı %19’ lara geriledi.

Ancak tüm dünyayı etkisi altına alan Covid 19 salgını sırasında yönetimde olan ÖVP ve Yeşiller(die Grünen) salgın sürecini iyi yönetemediler. Özellikle aşı zorunluluğu getirmeleri ve aşı olmayan vatandaşların restoran, iş yeri gibi pek çok yere alınmama kuralı koymaları halkı ikiye böldü. İstekleri dışında aşı olmak zorunda kalanlar veya aşı olmadıkları için pek çok haklarını gaspedilmiş olarak görenler büyük bir tepki duydu ve bunun için mevcut hükümetle hesaplaşma planları yaptılar. Aslında sağcı görüşlü olmayanlar bile FPÖ partisine yöneldi.

İkinci büyük tepki ise gittikçe artan sığınmacı sorunu. Sığınmacıların neden olduğu güvenlik olayları, günden güne çoğalmaları halkta büyük bir tepkiye yol açtı. Herbert Kickl bu iki sorunu çok iyi kullanarak sürekli ateşin altına odun attı ve tepki oylarını kazanmayı başardı. Başa geçince verdiği sözlerde durup durmayacağı belli olmaz ama keskin söylemlerinin partisinin yararına olduğu açıkça görülüyor.

Herbert Kickl dün akşamki konuşmasında halkın karar verdiğini ve hükümet kurma hakkının partisinde olduğunu belirtse de daha önce 1999’ da SPÖ en büyük oy oranını aldığı halde FPÖ’ nün ÖVP ile bir olup hükümeti kurduğu biliniyor. Eyalet seçimlerinde de geçmişte buna benzer olaylar oldu. Bu seçimler parlamento seçimi olduğu için, parlamentoda çoğunluğu sağlayan veya koaliston oluşturabilen partilerin hükümeti kurabileceği açık. Şu anda en olası görülen koalisyon modeli ÖVP, SPÖ ve NEOS. Ancak önümüzdeki günler neyi gösterecek, Cumhurbaşkanı’ nın tavrı nasıl olacak bunları bekleyip göreceğiz.

Bu arada eklemek istediğim bir konu daha var. Cumhuriyet’ in kurucusu ve yıllardır lider parti konumunda olan SPÖ’ nün oy kaybının nedeni olarak da parti içi kavgalar ve anlaşmazlıklar görülüyor. Partide Türk milletvekilleri ve siyasetçiler de var, ancak geçen seçimlerde de okuduklarımdan edindiğim izlenim Türk veya başka ülkelere mensup siyasetçiler partiye büyük oranda oy toplamalarına rağmen, stratejik noktalarda aday gösterilmemekten dolayı çok şikayetçiler. Önümüzdeki dönemlerde partideki sular durulacak mı, bunu da bekleyip göreceğiz.

Tabii yükselen sağcılık ülkedeki azınlıkları da oldukça endişelendiriyor. Zira yabancı düşmanlığı sadece sığınmacılarla kalmıyor, zamanla herkesi bir kefeye koyuyorlar. Böylece ülkede yıllardır yaşayan, çocuklarını okutan, çalışan ve vergi veren göçmenler de ziyadesiyle düşmanlıktan nasibini alıyor.

Evet, bizim yakada durumlar böyle. Olabildiğince objektif olarak sizlere sonuçları ve perde arkasını aktarmaya çalıştım. Yıllardır yaşadığım ve sevdiğim ülke için umarım en hayırlısı olur.

#Avusturya #Seçim2024 #FPÖ #ÖVP #SPÖ #NEOS #Sığınmacı #Sağcılık #Demokrasi #Cumhurbaşkanı #österreich #wien #graz #salzburg #austria #avusturyatürkleri

Haberin Devamını Oku
Reklam

Trendler