Köşe Yazıları
AMA EL ALEM NE DER? MAHALLELİLER NE DÜŞÜNÜR? VE HAYATIN GERÇEKLERİ

İnsanlar, bazen kendi hayatlarını yaşamak yerine başkalarının hayatları hakkında düşünmeyi alışkanlık haline getirebiliyor. “El alem ne der?” düşüncesi, her anımızı, kararımızı, hatta ruh halimizi şekillendiren bir kaygıya dönüşebiliyor. Kimi zaman içimizdeki sesin önüne geçiyor, kimliğimizi bile sorgulamaya başlıyoruz. Oysa gerçek şu ki; bu hayatta en değerli şey, kendi yolumuzu bulabilmektir. Fakat toplumsal baskı, önyargılar ve dedikodular, birçoğumuzu yaşamaya, hayal ettiklerimizi gerçeğe dönüştürmeye engel oluyor.
Önyargılar ve Dedikoduların Gölgesinde Yaşamak
Her birimiz, çevremizden gelen yargılarla bir şekilde mücadele ediyoruz. Kimisi, başkalarının hayatını şekillendirme hakkını kendinde buluyor, kimisi de sürekli başkalarının hayatı hakkında dedikodular yaparak kendi eksikliklerini örtbas etmeye çalışıyor. Bu, bir tür savunma mekanizması belki de. Kendini, başkalarının yaşamına duyulan ilgiyle meşgul etmek, bir anlamda gerçek sorunlardan kaçmak gibi bir şey. Halbuki herkesin yaşamı kendisine özeldir ve biz, başkalarının hayatı hakkında ne kadar çok konuşursak, o kadar az kendi hayatımızı yaşayabiliriz.
Hayatın İçinde Olmak ve Seyirci Kalmamak
Bazen, hayatın akışında olmak yerine, pencereden bakmak daha kolay gelir. Çünkü başkalarının hayatlarını yargılamak, seyretmek, eleştirmek, aslında bizim kendi korkularımızı ve kaygılarımızı gizleme şeklimizdir. Birçok kişi, “el alem”in ne düşündüğünü önemseyerek, kendi yolunu bulmaktan uzaklaşıyor. Oysa hayatın içinde olmak, cesaret ister. İstediğimiz gibi yaşamak, istediğimiz gibi olmak, sadece kendi içsel özgürlüğümüze bağlıdır.
Kıskanmak, Çekememek ve Başkalarını Yargılamak
Kıskanmak, aslında bir eksiklik hissinin dışavurumudur. Başkalarının başarılarını, mutluluklarını ya da yaşamlarını kıskanmak, kendi eksikliklerimize odaklanmaktan kaçmaktır. İnsanlar birbirini yargılarken, çoğu zaman kendi potansiyellerinin farkında bile değildir. Kendi hayatını yaşayamayan, başkalarının hayatını küçümseyerek kendi varlığını hissettirmeye çalışır. Ancak bu, sadece bir illüzyondan ibarettir. “El alem” derken, aslında kimse yoktur. Kimse, senin hayatını tam olarak bilemez ve yargılayamaz. Yargılayacak olan tek kişi sensin.
Zamanla Kaybolan “El Alem”
Günler geçer, aylar geçer, yıllar geçer… O “el alem” dediğimiz kişiler bir şekilde hayatımızdan çıkar. Kimse kalmaz. Geride sadece kendi yaşamımız kalır. “El alem” diye bir şey yoktur. Yıllar sonra, o insanları, o bakış açılarını, o dedikoduları hatırlamak bile istemeyiz. O zaman fark ederiz ki, biz kendimize ne kadar değer verdiğimizi, kendi hayatımızı yaşamak için ne kadar cesaret gösterdiğimizi, başkalarının ne düşündüğünden çok daha önemliymiş.
Hayat o kadar kişisel bir deneyim ki, başkalarının seçimlerine, giyimlerine, yaşam biçimlerine bakarak onları yargılamak, “el alemin” beklediği normlara sıkışıp kalmak ne kadar da acı verici. O “el alem” dediğiniz insanlar, kendi doğruları ve hayat biçimleriyle ne kadar özgürse, siz de o kadar özgürsünüz. Herkesin hayatını özgürce yaşama hakkı vardır; başkalarının yaşam tarzlarını benimsediğimizde ya da onlara laf ettiğimizde, aslında kendi iç huzursuzluğumuzu dışarıya yansıtmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Zaman değişiyor, evet. Ama insanın bir diğerine gösterdiği saygı da, zamanla evrilmeli. “El alem ne der?” sorusu, aslında hepimizin kendi özgürlüğümüzü ve seçimlerimizi başkalarının yargılarından bağımsız bir şekilde yaşamamız gerektiğini hatırlatıyor.
HAYATIN KÜÇÜK DETAYLARI ÜZERİNE YARGILAR
Onun Saçu, Onun Eteği, Onun Küpesi..
Ben çok el alem gördüm. “Onun saçı niye uzun?”, “Oğlunun küpesi neyin nesi?”, “Niye fistan giyiyor?”, “Etek giymek neden?”, “Niye mayo giyiyor, niye pantolon tercih ediyor?”, “Niye saçı açık?”, “Niye sakalı var, türbanı yok?”, “Niye türban takıyor, niye dekolte giyiniyor?”, “Onun kızı bir erkekle kafede ne işi var?”, “Oğlunun hangi kızla gezdiğini kim bilir?”, “Evli ama neden yalnız gezmeye gidiyor?”, “Bekar bir kız, erkekle kafede ne işi var?”, “Discoda gördüm ne işi vardı orada?” ya da” dün onu alkol içerken gördüm” gibi gibi. Veya iki dedikoducu kafadar bir araya çay içmeye gelince muhabbetin dibine vururlar!” Boşanan, evlenen, taşınan, hangi işte kim çalışıyor, kim işten çıkmış… Köyde, şehirde, ülkede ne varsa bir muhasebesini yaparlar. Cemil lüks yaşar lüks araba alır, para harcar, bu parayı nereden buluyor? Cemil kısıtlı yaşar, kazandığı parayı ne yapıyor, neden parası yok? Kim neye para harcıyor, nereden buluyor? Ya da kimin neden hiç yaşamadığını, hangi adımları atıp hangi yolda ilerlediğini sorgularlar. Bu soruları duyduğumda, bazen insanların hayatın küçük ayrıntılarıyla bu kadar meşgul olmalarına hayret ederim.
Peki, ne oldu? Bir zamanlar “garip” görülen her şey, zamanla kabul edilirken ne değişti? Bütün bu yargı ve tahammülsüzlükle, aslında hayatın ne kadar da kişisel bir alan olduğunu anlamak çok basit. Her birimizin hayatına dokunan, kimseye zarar vermeyen tercihleri üzerine bu kadar kafa yormaya ne gerek var? Kim ne giyer, ne yer, ne yapar, kiminle zaman geçirir… Bu, bizim dışımızda kimsenin mesele etmemesi gereken bir konu.
Ama bir zaman gelir, aynı şahısların torunları da tıpkı aynı adımları atmaya başladığında, işte o zaman “Devir dönmüş, zaman değişmiş” diyerek durumu geçiştirirler. Bu ne demek? Bir zamanlar “garip” olarak görülen şeyler zamanla kabul görür, ancak bu insanlar başkalarının seçimlerini sorgulamaktan vazgeçmezler.
İronik olan şu ki, hepimizin yaşamına dokunan, kimseye zarar vermeyen tercihler üzerine bu kadar kafa yormaya gerek yok. Kim ne giymiş, ne yemiş, kiminle zaman geçirmiş; bu sadece o kişinin meselesidir. Her birey kendi hayatını özgürce seçme hakkına sahiptir ve başkalarının yaşam biçimleri hakkında laf etmek, aslında kendi iç huzursuzluğumuzu dışa vurmanın başka bir yolu olabilir.
Hayat, herkesin kendi tercihleriyle şekillenir ve kimseye hesap verme zorunluluğumuz yok. Devir değişse de, insanların birbirlerine saygı gösterme biçimi de değişmeli. “El alem ne der?” sorusu, aslında bizi kendi özgürlüğümüze, seçimlerimize ve yaşam biçimimize daha saygılı olmaya davet ediyor.
Sonuç olarak, hayat, başkalarının sözlerine değil, kendi iç sesimize kulak vererek yaşanmalıdır. “El alem”in, mahalledekilerin, alt ya da üst komşunun veya gittiğim mekanda beni görenlerin ne düşündüğü, biz bu dünyada var oldukça geçici bir hezeyandan başka bir şey değildir. Kendi hayatını yaşamak, içsel özgürlüğünü kazanmak, bir kişinin hayatındaki en değerli adım olacaktır. Geriye baktığında, “el alem” nerede kim, kimseyi hatırlamayacaksın, ama senin hayatının en güzel anları hep seninle kalacak.

Köşe Yazıları
EN POPÜLER MODA AKIMLARI

31.05.2025
MODA AKIMLARININ YARATTIĞI EN POPÜLER TARZLAR
Moda kavramı; tarihler boyunca insanların giyinme ihtiyacının ötesine çıkarak; yaşam koşullarına, dönemsel olaylara, endüstriyel ve ekonomik gelişimlerine, doğa ve doğa üstü koşullara ve onları etkileyen her doneden etkilenerek farklı giyimlerin ve giyim tarzlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Günümüze geldiğimizde ise popüler kültürün, hızlı tüketimin, güncel yaşamsal olayların, siyasi, ekonomi ve coğrafi koşulların, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, en çok etkileyen faktörlerden olan dijital-sanal dünyanın ve tabiki sosyal medyanın etkisiyle hızla değişkenlik gösteren “moda” kavramının güncel değişkenliğe indirgendiği bir dönemi yaşamaktayız. Buna göre de hızla değişen trendlere, hızla değişen tarzlar eklenmeye devam ediyor.
Z kuşağının Y kuşağının hatta bütün kuşakların giyim tarzlarının iç içe girdiğini de söylemeliyiz.
Siz moda akıllarından hangisini benimsiyorsunuz? Yada farkından olmadan hangi moda akımı sizin tarzınız olmuş? Şimdi anlatmaya başlayalım…
SESSİZ LÜKS (QUIET LUXURY)

Son iki yıldır özellikle en öne çıkan trendlerden biri olan “Sessiz Lüks”; sadelikten gelen şıklığın, zarafetin, asil görünmenin tonlarının olduğu ve asla kocaman bir lüks markanın logosuna ihtiyaç duyulmayan, zengin görünmenin aslında tamda bu minimalist ve çabasız şıklıktan geçmesinin tanımıdır.
Dünya moda markalarının tasarımcıları tarafından lüks moda markalarının defilelerinde “Sessiz Lüks” vurgusu tasarımlara yansırken artık sokak stilinin vazgeçilmez bir tarzı haline geldi.
OLD MONEY tarz AKIMI
Old Money; köklerden gelen zenginliği temsil eden, elit , soylu bir yaşam tarzını yansıtmayı amaçlayan, genellikle uzun süreli zengin ailelerle ilişkilendirilen bir giyim ve yaşam tarzıdır. Bu tarzın hedefi gösterişten uzak kaliteli yaşam tarzını yansıtan parçalardan oluşan kombinler yaratmayı , sade, şık ve zarafeti vurgulamaktadır.

Renk paletinde beyaz, nötr tonlar, bejler, ten tonları, kahveler, lacivert, gri renkler ve pastel tonlar kullanılır. Kombinlerde asla canlı ve parlak renkler kullanılmaz.
KORE K-POP TARZI

Kore tarzı; son yıllarda popüler olan Kore müzik grubu K-POP ve Kore dizilerinden ilham alarak ortaya çıkmış bir tarzdır. Bu tarz minimal etkiler taşıdığı gibi rahat görünümü yansıtan şık parçalardan oluşur. Bol pantolonlar, oversize üstler, yırtık kot pantolon, sweatshirtler, gömlekler, tişörtler ve kombinlerde üst üste giyerek yaratılan bir tarz olarak benimsenmiştir.
RETRO TARZ

Retro tarz; yakın geçmişte moda olan akımların tekrar popüler trendler arasına ggirmesidır. Örneğin 60’li, 70’li yıllarda giyilen bol paça pantolon, platform ayakkabı, puantiyeli elbiseler gibi parçaların günümüzde tekrar moda olarak giyilmesidir. Retro ve Vintage giyim sıkca karıştırılabilir. Retro, yakın bir geçmişte oluşmuş moda akımlarının tekrar ortaya çıkmasıdır. Vintage ise bir dönemden günümüze kalmış kıyafet ve aksesuarların oluşturduğu bir giyim tarzıdır.
PIN-UP TARZI

1940 ve 1950’lerdeki dergi kapak kızlarından ilham alan onların giyim tarzını benimseyen bir moda akımıdır. Döneme damgasını vuran Hollywood yıldızı Marilyn Monroe’nun tarzı tam olarak bu akımı yansıtmaktadır. Günümüzde Pin-Up tarzı olarak geçen bu stile sahip olmak istiyorsanız , vücut hatlarını ön plana çıkaran elbiseler, bluzlar, diz altında biten etekler, elbiseler, Maryjane ayakkabılar ve tabiki dönemi yansıtan saç ve makyajla sizde pin up kadını olabilirsiniz..
BOHEM TARZI
Bohem tarzı; rahat, bol, dökümlü, salaş kıyafetlerden oluşan, etnik desenlerle zenginleştirilmiş elbiseler, bluzlar, pantolonlar, deri sandalet ve aksesuarlarla kombinlenen bir tarzdır.
Özgür ruhlu bir imajı temsil eden Bohem tarz:aynı zamanda sanatsal etkilerde taşır. Özellikle rahatlığın ön plana çıkardığı için bahar ve yaz aylarının vazgeçilmez stilleri arasında yer alır. Uçuş uçuş etnik desenli elbiseler, tahta renkli boncuklu kolyeler, bereler, saç bantlarıyla kombinlenerek giyilir.

GOTİK TARZ
Gotik ögeleri barındıran, karanlık, esrarengiz, dramatik bir görünümü yansıtan bir moda akımıdır. Siyah giyinmek en temel özelliğidir. Tüller, deri, kadifelerden yapılmış deri ceketler, etekler, uzun marjinal kesimli elbiseler bu tarzı yansıtan en önemli parçalardır. Kalın tabanlı bot tarzları, piercingler, file çoraplar, gösterişli takılar, deri şapkalar gibi aksesuarlar gotik giyimin en önemli tamamlayıcılarıdır.
En az aksesuarlar kadar koyu renkli makyajlarda soluk ten imajı da bu akımın en belirgin özelliğidir.

YAZAN VE HAZIRLAYAN : AYŞENUR DEMİRKAN
Köşe Yazıları
Firuzan

Araftaki Kadınlar
Fatih Gezer ismini ilk kez, üyesi olduğum Göçmen Kitapseverler Kulübü aracılığı ile duydum. Bu kulüp, dünyanın dört bir yanına savrulmuş biz göçmen kuşları; dilin, hikayenin ve edebiyatın sıcaklığıyla birbirine bağlayan bir topluluk. Her ay bir yazar ya da çevirmeni konuk ettiğimiz bu kolektif alanda, yalnızca kitapları değil; yaşamlarımızı da paylaşıyor, ortak soruların peşinden birlikte yürüyoruz. Telegram grubumuzda Fatih Gezer’in adı sıklıkla geçmeye başlayınca,içime bir merak düştü. İlk Türkiye ziyaretimde kitaplarını edinmek üzere notumu aldım.
Başlangıçta 2021 Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’nü de alan Ölüler Kıraathanesi’ni okumayı planlamıştım; fakat İstanbul’da geçirdiğim süre boyunca kitaba ulaşamamam sebebiyle o günlerde raflarda yeni yerini alan Firuzan ile Zürih’e döndüm. Kitabı elime aldığım an, sadece bir roman değil; katman katman açılan bir anlatı, bir ağıt, bir direniş metniyle karşı karşıya olduğumu anladım.
Dünyanın neresinde olursak olalım, kadına yönelik şiddet hala tüm çirkinliğiyle hayatlarımızın içinde. 21. yüzyılda bu acıyı konuşuyor olmak tarifsiz bir utancı da beraberinde getiriyor. Belki de bu yüzden, kadınların sesini duyurabilen her anlatı, benim için çok özel. Firuzan da, yalnızca kadınların yaşadığı acıları anlatmakla kalmıyor; bunu şiirsel, incelikli ve çok katmanlı bir dille yaparak okurunu hem sarsıyor hem de büyülüyor.
Bu güçlü anlatıya geçmeden önce, yazarın kendisine de yakından bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Fatih Gezer, yalnızca bir yazar değil; müzik, yayıncılık ve gazeteciliği bir arada yürüten çok yönlü bir anlatıcı. Grup Hertelden ve Ötekiler Müzik Topluluğu’nda solist ve gitarist olarak yer alan Gezer, İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü birincilikle tamamlıyor. 2016 yılında “Anlarlar mı?” adlı söz ve müziği kendisine ait olan beş şarkıdan oluşan albümü çıkaran Gezer, hâlen Düşün adlı derginin genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor ve bir gazetede düzenli köşe yazıları kaleme alıyor. Ölüler Kıraathanesi, Suni Tebessüm ve Ruhunu Satanlar Derneği adlı eserlerinin ardından 2025 yılında yayımlanan Firuzan, onun edebi çizgisinde önemli bir eşik.
Dört Nesil, Bir Kader
Firuzan son zamanlarda okuduğum en sarsıcı kadın anlatılarından biri. Kadınların hikâyesi anlatılmadıkça dünya tam anlamıyla dönmeyecek gibi hissediyorum. Dünya döndükçe de değişmeyen kadın hikâyeleriyle yeniden yüzleşeceğimizi ucu paslı bir bıçak ile kalbimizi delerek hatırlatıyor Firuzan. Kuşaklar değişse de kadına reva görülen yazgı değişmiyor.
“Gülmeyi unutanlardan kahkaha ummak boşunadır.” cümlesi ile aralanıyor hikaye.
Roman, erken yaşta yaşamla bağını koparan bir kadının, Firuzan’ın kendi ipini çekerek hayata veda etmesi ile başlıyor. Acısına sebep olan bütün erkekleri, hayattan alacaklı günlerini tekmeler gibi ittiriyor ayağının altındaki tabureyi. Öldükten sonra da huzurla göğe yükselemiyor ve arafta kalıyor. Geçmişin izini sorgularken, orada kendi soyundan kadınlarla karşılaşıyor. Okuru, büyük ninesi Umay’dan kendi annesine kadar uzun bir yolculuğa çıkarıyor.
1658 yılında büyük büyük nine Umay’la başlayan hikaye, dört kuşak kadının sesiyle çoğalıyor. Bu kadınların her biri, kendi döneminin karanlık yüzüyle hesaplaşırken, yaşadıkları felaketlerin kişisel olduğu kadar toplumsal olduğunu da gösteriyor. Umay ile başlayan kadim bir lanet, nesilden nesile devredilirken, her kadın bir sonrakine daha güçlü bir ses bırakmaya çalışıyor. Umay Nine, Rojda, Hacı Meryem Anne (Maria), Firuzan, Nigâr… Hikâyenin tamamında erkek eliyle açılan yaraları olan bu kadınların, seslerini duyurmayı başarıp başaramadıkları ise romanın temel sorularından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Zaman zaman Firuzan’ın öte dünyadan yükselen sesiyle, zaman zaman da Umay’ın, Dapir’in geçmişin sislerinden gelen fısıltılarıyla şekillenen bu anlatı, erkekler tarafından yazılmış resmi tarihe karşı kadınların sözünü öne çıkaran bir direniş metnine dönüşüyor.
Firuzan, toplumsal belleği, kuşaklar arası kadın deneyimini ve geçmişle hesaplaşma temasını odağına alan; diliyle, kurgusuyla ve biçimiyle edebi bir bütünlük sunan çarpıcı bir roman.Firuzan ayrıca işitsel de bir deneyim. Kitabın içine yerleştirilmiş QR kodlar aracılığıyla dinlenebilen özgün besteler, anlatıya eşlik ediyor. Böylece metin, okurun yalnızca zihnine değil, duyularına da sesleniyor. Her şarkı, romanın duygusal haritasında yeni bir bölge açıyor; karakterlerin sesi notalarla daha da derinleşiyor.
Köşe Yazıları
GEÇMİŞİN İZİNDE, RENKLERİN İÇİNDE: FENER VE BALAT

Ne zaman giderseniz gidin, bir anda takvim yapraklarının değiştiğine şahitlik edeceksiniz. Ruhunuz geçmişin izlerinde bir gezintiye çıkacak.
Fener, adını eskiden burada bulunan deniz fenerinden alır. Türkiye’de resmi adı “Fener Rum Patrikhanesi”, dünyada bilinen adıyla “Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi”, Ortodoks dünyasının ruhani liderliğini üstlenen bu kurum, semtin en etkileyici yapılarındandır. Ana ibadethanesi olan Aya Yorgi (Aziz George) Kilisesi’nde bulunan ikonastis (ikona duvarı) üzerinde marangozların 40 yıl çalıştığı rivayet edilir. Kilisede, Hz. İsa’nın kırbaçlandığı sütun ile birlikte üç Azize’nin bedenleri gümüş ve bakır tabutlarda muhafaza edilmektedir. Ayrıca birçok Meryem Ana ikonasına da ev sahipliği yapar. Dışarıdan mütevazı görünen bu yapı, içinde sadelik ve görkemi bir arada barındırır. Ziyaret saatleri: 08.00 – 16.00.
Aynı duyguyu hissettiren ve yine bu bölgede bulunan Demir Kilise (Sveti Stefan)‘den bahsetmeden geçemem. Bir mühendislik harikası olarak anılan bu kilise, 19. yüzyılda Bulgarların Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak kendi kilise ve okullarına sahip olmak istemesi üzerine, Stefan Bogoridi’nin bağışladığı arsa üzerine ahşap bir yapı olarak kurulur. 1849’da ibadete açılan kilise, onun anısına Sveti Stefan (Aziz Stefan) olarak anılır. 1890’daki büyük yangında tamamen yok olduktan sonra, daha kalıcı ve gösterişli bir yapı inşa edilmek istenir. Tümüyle demirden inşa edilen bu yeni kilise, Viyana’daki Waagner Firması tarafından prefabrik olarak üretilir. Yaklaşık 500 ton ağırlığındaki parçalar Tuna Nehri ve Boğazlar üzerinden İstanbul’a getirilir ve 1898’de yeniden ibadete açılır. 2018’de restorasyonu tamamlanan kilise, haftanın her günü 09.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Küçük bir not: İçeride fotoğraf çekmek yasaktır.
Balat ise bir rivayete göre Rumca “saray” anlamına gelen “Palation” kelimesinden türetilmiştir. Blaherna Sarayı’na yakınlığı sebebiyle bu ismi aldığı söylenir. Bizans döneminden günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu mahalle, hâlâ bu medeniyetlerin izlerini taşır.
Haliç’in kıyılarında uzanan Fener ve Balat, adeta yaşayan birer hafıza gibidir. Farklı inanç ve kültürlerin uyum içinde yaşadığı bu mahalleler, sahip oldukları değerli yapılarla bir açık hava müzesi görünümündedir. Daracık Arnavut kaldırımlı sokakları, cumbalı evleri, sinagogları, camileri ve kiliseleriyle büyüleyici bir tarih sunar. UNESCO Dünya Mirası kapsamında yenilenen renkli evleri, rengarenk merdivenleri, otantik kafeleri, duvar yazıları ve antikacılarıyla özellikle fotoğraf severler için eşsiz kareler sunar.
İstanbul’un kadim ruhunu taşıyan bu semtler, geçmişin kültürüyle bugünün hareketliliğini harmanlayan çok özel bir yerdir.
Bu bölgede ziyaret edilebilecek bazı önemli yapılar:
- Kanlı Kilise (Moğolların Meryemi Kilisesi)
- Fener Rum Erkek Lisesi (Kırmızı Mektep)
- Balat Çarşısı (Çıfıt Çarşısı)
- Gül Camii
- Atik Mustafa Paşa Camii
- Balat Oyuncak Müzesi









-
E-Dergi1 yıl önce
İsviçre’nin Sesi Şubat 2024
-
Ekonomi1 yıl önce
İsviçre’de Maaş Dengesi: Ortalama bir Kişinin Maaşı 6788 CHF
-
İsviçre1 yıl önce
Dünyanın En İyi Sağlık Kurumları: İlk 250 Hastane Sıralamasında İsviçre’den 10 Hastane
-
Yaşam1 yıl önce
Kıskanç Kaynana Belirtileri: Gözden Kaçırmamanız Gereken 10 İşaret
-
Gündem7 ay önce
ERDOĞAN KARŞITI PAYLAŞIMLARI SIĞINMA BAŞVURUSUNDA HAKLI GEREKÇE OLARAK GÖRÜLMEDİ
-
Dünya7 ay önce
META’NIN COVİD-19 AŞILARIYLA İLGİLİ YANILTICI BİLGİ KARARI: İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLIYOR MU?
-
Gündem7 ay önce
TÜRKİYE’DEN GELEN SIĞINMA BAŞVURULARINA GETİRİLEN SERT UYGULAMALARA TEPKİ
-
Gündem6 ay önce
TELEGRAM’DA ŞOK EDEN GRUPLAR: TECAVÜZ AĞLARI VE K.O. DAMLALARI