Sosyal Medya

Köşe Yazıları

Korkuyoruz!!!

yazar

Yayınlayan

on

Bu yazıyı yazıp yazmamakta oldukça kararsız kaldım. Zira çok bıçak sırtı ve yanlış anlaşılmaya açık bir konu. Benim ve çevremde tanıdığım kadınların sığınmacı erkeklerle ilgili yaşadığımız endişelerden bahsetmek istiyorum. Yazacaklarımın ne siyasetle bir ilgisi var, ne de ırkçılıkla. Bu noktayı baştan belirtmek isterim. Sadece endişeliyiz, insani haklarımızın ve özgürlüğümüzün kısıtlandığını düşünüyoruz ve can güvenliğimizin tehdit aldında olduğuna inanıyoruz.

Bundan birkaç yıl önce ilk sığınmacılar gelmeye başladığında, genç erkeklerin çokluğu bizi şaşırtmış ve endişelendirmişti. Küçük bir Avusturya kasabasında yaşıyorum. Evimizin yakınlarında bir integrasyon kursu ve bir sosyal merkez var. O yüzden sık sık gelenleri gözlemleyebiliyorduk. Az nüfusu olan kasabalarda da yeni gelmiş sığınmacıların yerleştirilmesi oldukça tartışma konusu olmuştu. Yaşamın içinden şahit olduğumuz bazı örnekler vermek istiyorum. Ancak şu veya bu ülke diye ayıramıyorum, zira Suriye, Afganistan ve başka ülkelerden gelenler var. Hangi ülkeden geldikleri çok da önemli değil, önemli olan Avrupa yaşamına ve kültürüne tamamen zıt bir kültürden gelmeleri.
Süpermarkette yaşanan bir olay, genç bir sığınmacı erkek kadınların olduğu kasadaki sıraya girmek istemiyor ve kadınların arkasında beklemeyi reddediyor. Kasiyer kadın onu uyarınca da öfkelenip tüm aldıklarını yere atıp çıkıyor. Sütler içecekler yerlere saçılıyor. Buna benzer market olaylarını çevremizden de duyduk.
Avusturya’ da ormanlık alanlar, parklar, şehrin kenarından geçen akarsuların yanına yapılan yürüyüş yolları boldur. Yaklaşık yirmi yıldır burada yaşıyorum tek başıma ormanda hiç korkmadan yıllardan beri yürüyüşümü yapıyorum. Ancak bir anda karşıma 10-15 sığınmacı çıkınca açıkçası ürküyorum. Garip bakışlar, aralarında konuşup gülüşmeler insanı huzursuz ediyor. Ne dediklerini anlamasam da bana bakarak konuşunca kendimi bir garip hissediyorum. Aynı huzursuzluğu yakın arkadaşım da yaşıyor. O da benim gibi çoğu zaman tek başına yürüyüşe çıkıyor. Ancak uzun zamandır, özellikle havanın erken karardığı kış aylarında şehir içinde yürümeyi tercih ediyor.
Geçenlerde kızım alışveriş merkezinde gezen iki arkadaşını rahatsız ettiklerinden bahsetti. Geçen yaz da havuzda duş almakta olan 10-12 yaşlarında bir kızın etrafını sarıp taciz ettiklerini farkedip müdahale etmiştim. Aslında insan müdahale etmeye de korkuyor çünkü nasıl tepki vereceklerini kestirmek zor. Havuzlarda da aynı durum. Gruplar halinde her yere gidiyorlar ve özellikle küçük kızlara tacizkar bir şekilde bakıyorlar.
Kadınlara tecavüz ve cinayet haberleri duyduğumuz günler gitgide sıklaşmaya başladı. Oysa burada yaşadığım yıllar boyunca yılda belki bir ya da iki haber duyardık. Bu yıl sadece Viyana’ da 10 civarında tecavüz ve cinayet olayı okudum. Dikkatimden kaçan haberler de olmuş olabilir. En son okuduğum Viyana’ da hayat kadını olarak çalışan 3 kadının Afgan bir genç tarafından bıçakla öldürülmesi idi. Kadınların çalıştıkları evi farkediyor ve büyük mutfak bıçaklarından alıp gidip kadınları vahşice öldürüyor. Mahkemede inancına ters olduğu için yaptığını söylüyor.
Avusturya’ ya ilk geldiğim zaman sokaklarda günün her saati rahatça gezebildiğim ve istediğimi rahatsız edilmeden giyebildiğim için çok mutlu olmuştum. Yıllarca da bu özgür ortamın tadını çıkardım. Ne yazık ki artık hem kendim, hem de çocuklarım için korkarak yaşıyorum. Kızımı tek başına bir yere göndermeye korkar oldum. Oğullarım da gece gittikleri bir yerde bir şiddet olayı ile karşılaşırlar diye korkuyorum. Geçenlerde Almanya’ da kızkardeşinin mezuniyet töreninden dönerken öldürülen gencin haberi beni günlerce etkiledi.
Hem tamamen Avrupa’ ya zıt bir mantaliteleri olan, hem de oldukça agresif bu genç erkeklerle yaşamak zorunda mıyız? Onların ülkelerinde savaş var diye kabul ettik, ülkelerimiz barınma, eğitim ve iş sağladı. Peki bizim güvenliğimizi kim sağlayacak? Bu insanlara topluma uyum sağlamaları için herhangi bir eğitim veriliyor mu bilmiyorum. Ama kadını yok sayan, kolayca öldürebilen, tecavüz edebilen, hatta başı kapalı olmayan kadına bunların yapılmasını normal sayan bu düşünce tarzı değişebilir mi?
Biz kadınlar korkuyoruz. Yeniden özgürce, korkmadan, insanca yaşamak istiyoruz. Zaten toplumda kadınlar iş yaşamında olsun, aile içinde olsun bir sürü zorlukla baş etmek zorunda kalıyor. Bir de can güvenliğimiz için endişe duymadan yaşama hakkımız elimizden alınsın istemiyoruz. Bunu istemek çok mu fazla? Bunu istediğimiz için ırkçı mıyız?
Başka kadınların da bu konu hakkında ne düşündüğünü çok merak ediyorum. Sizlerin de çevrenizde duyduğunuz veya yaşadığınız olaylar var mı? Yorumlarda anlatırsanız çok sevinirim.

Belki bu haber de ilgini çekebilir: “KÖŞE YAZILARI: ‘Ülkemde sığınmacı istemiyorum’ diyenler faşist midir?” link

#KadınHakları #GüvenlikEndişesi #ÖzgürYaşam #KadınlarKorkuyor #SığınmacıSorunu #ToplumsalGüvenlik #KadınGüvenliği #İnsancaYaşamak #AvrupaKültürü #KadınCinayetleri #TecavüzHaberleri #avusturya #isviçre #almanya #avrupa #asyl #sığınmacılar

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

DÜNYA BU KADAR ÇİRKİNLEŞMİŞKEN RUH SAĞLIĞIMIZI KORUMAK MÜMKÜN MÜ? 

yazar

Yayınlayan

on

Başlık bu olunca,  yazıda bunun mucize formülünü vereceğim sanılmasın. İlk satırdan bunu söyleyeyim de, bir kandırmaca gibi görünmesin. 

Sosyal medyada o kadar çok kandırmacalı başlığa maruz kalıyoruz ki, farkındalıkla bakmaya çalışsam da, yalan yok bir çok  kez ben de o tuzağa düşüyorum. “Zayıflamanın formulü” nden  , “mutlu hissetmenin beş yolu”na aklınıza gelebilecek her konuda hap bilgiler veren videolardan çok bir şey yok. 

Yazı bile değil, video.  Çünkü kimsenin okumaya tahammülü yok, atlaya atlaya, seyrederek, oturduğun yerden bul formulü..

Neyse aslında hepimizin bildiği  bir konu, ufak bir saptama oldu bu arada.. 

Ama konumuz bu değil.

Konumuz;  dünyada her yerde bu kadar “kötülük” varken, bunları görmezden gelip, hayatımıza devam edebilir miyiz? Ya da nasıl devam edebiliriz? 

Bunun tam cevabı var mı bilemem. Ancak şunu söyleyebilirim, dünya her ne kadar sanki batıyormuş, gibi görünsede,  farklı seviyelerde farklı şekillerde daha önce de benzer dönemler yaşanmış. 

Tabii şu anda  dönüp o dönemi yaşayan insanlara “o korkunç dönemi nasıl atlattınız? “ diye sorma şansımız yok. 

Fakat günümüze kadar gelen birçok eser üretmiş kişiler çıkarmış o dönemler. Demek ki bir şekilde hayata tutunmanın yolunu, üreterek, sanatlarına yansıtarak bulmuşlar.  

Picasso “Guernico” adlı eserini,  İspanya iç savaşı sırasında, İspanya’nın Guernica şehrini Nazi’lere ait uçakların yerle bir etmesinin ardından üretmiş. Guernica’ya adamış. Keşke olmasaymış, ama olan olayı, tarihe unutturmamak adına kalıcı bir eser bırakmış. Günümüzde tabloya bakınca,  sanki tüm acıları, ürkütücülüğü hissedebiliyoruz. 

Bu tip eserler yaratılmış, kayda geçmiş de, gelecek nesiller ders almış mı? Günümüzde yaşananlara ve yapılanlara baktığımızda, cevap; maalesef “HAYIR” 

Dünyada  olanları izlerken, durdurmak için bir şey yapamazken, ruh sağlığımızı nasıl koruruzun tam cevabını bilmiyorum. İyi insan olmak için, kendi potansiyelimizi gerçekleştirmeye çalışıp, etrafa güzel enerji yaymaya çalışmak iyi fikir gibi geliyor. Sizin  farklı fikirleriniz varsa yazın.

Böyle düşünüyorum da her zaman yapabiliyor muyum? O kadar kolay olmuyor.. 

Mesela şuan, “Paris, neden her zaman iyi fikirdir ?” başlıklı gayet de pozitif bir yazı yazmıştım. Kızım işi nedeniyle,  “Paris Moda Haftası”na gidiyordu, ben de ona katıldım. Birlikte bir kaç gün Paris’teydik. Oradayken o yazıyı yazdım. Ama bir iki haber okumak, birden bütün ruh halimi değiştirdi. Yazının birden içi boşaldı. Bu yazı çıkıverdi, ben de o yazıyı gönderemedim..Belki gelecek sefere…. Bayatlayacak bir yazı değil zaten:) 

Yani anlayacağınız, dünya bu kadar çirkinleşmişken, her zaman pozitif kalmak o kadar da kolay değil:) Her anımızı etkiliyor, değiştiriyor, dönüştürüyor..

Ama yine de enseyi karatmayalım..

Harika bir hafta ve güzel bir sonbahar diliyorum. 

Gülten Yazıcı Dülger

gültenyazicidülger #isviçre #köşeyazısı

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

LÜBNAN’DA, GAZZE’DE PATLAYAN BOMBALARDAN BANA NE…?

yazar

Yayınlayan

on

Köşe Yazısı : Cemil Baysal

Dünyanın bir köşesinde patlayan bombaların, yıkılan evlerin sesini bazen duymuyoruz, duysak bile “Bundan bana ne?” diyoruz. İsrail’in Lübnan’a kara harekâtı başlattığını duyunca omuz silkip yolumuza devam ediyoruz. Peki ya gerçekten bu kadar uzak mı her şey? Savaşların ateşi bize hiç mi dokunmuyor?

Dünyadaki çatışmaların ardı arkası kesilmiyor. İsrail-Lübnan gerilimi, Filistin-Gazze savaşı ya da Rusya-Ukrayna çatışması… Her biri farklı coğrafyalarda cereyan etse de, etkileri aslında hepimize ulaşıyor. Savaşların, sınırların ötesinde nasıl bir etki yarattığını anlamak için çok uzağa bakmaya gerek yok. Çünkü yıkılan her ev, her hayat, kaçınılmaz olarak dünya genelinde bir hareketlilik yaratıyor. Ve bu hareketlilik, er ya da geç bizim yaşadığımız yerlere de geliyor.

Dünyanın bir köşesinde patlayan bombalar, yıkılan hayatlar, sarsılan aileler… Lübnan’da, Gazze’de yaşananları duyduğumuzda çoğu zaman aklımızdan geçen basit bir cümle var: “Bana ne…”. Uzakta, bizden çok uzakta yaşanıyor gibi geliyor. Oysa, bu patlamalar sadece oradaki insanları değil, hepimizi etkiliyor. Bir sabah uyandığında, o savaşın yankıları, senin sokağında, okulunda, hayatında hissedilebilir hale gelmiş olabilir. Dünya küçüldü, uzak dediğimiz her şey aslında yanı başımızda…

Her çatışma, sadece savaşın yaşandığı bölgeyi değil, tüm dünyayı etkileyen büyük bir dalga yaratıyor.

Belki Avrupa’nın görece refah içinde olan bir ülkesinde yaşıyor, bu yüzden olayların seni etkilemeyeceğini düşünüyor olabilirsin. Ama dünya, sandığımızdan daha küçük. Patlayan her bomba, yıkılan her ev, uzaklarda değil, yanı başımızda bir etki yaratıyor aslında. Yıkılan evlerden geriye kalan insanlar, bir çanta dolusu hayatlarını toplayıp kaçıyorlar. Onlar için yeni bir ülke, güvenli bir liman arayışına çıkıyorlar. Ve bir bakıyorsun, o liman senin yaşadığın ülke, belki de yaşadığın kasaba, köy olmuş. Bir sabah uyandığında çocuklarının sınıfında, yanında oturan çocuk savaştan kaçıp gelmiş bir sığınmacı. Aynı sokaklarda gezip, aynı parkta oynuyorlar. Bir bakıyorsun, gençler aynı kafede oturuyor, aynı müzikle dans ediyorlar. Dünya küçük, dedik ya…

2023 yılı Avrupa için rekor düzeyde sığınmacı kabul edilen bir yıl oldu. Sayıların daha da artması bekleniyor. Her sığınmacının ardında bir hikâye var. Evini, yurdunu, ailesini kaybetmiş insanların, yeni bir hayat arayışı var. Sosyal medyada bu göçlerin bazen büyük bir planın parçası olduğu, bilinçli bir şekilde insanların yurtlarından edildiği konuşuluyor. Gerçek ne olursa olsun, gelen insanlar artık buradalar ve bu durum hazırlık gerektiriyor. Eğitim, entegrasyon, altyapı… Bunlar yapılmadan gelişigüzel kabul edilen göçlerin sonuçları, tıpkı Türkiye’nin yıllardır yaşadığı gibi, büyük bir sorun haline gelebilir.

Savaşlar uzak değil. Patlayan her bomba, sadece hedef aldığı yerleri değil, dünyanın dört bir yanını titretiyor. “Bana ne?” demek, sadece kısa bir süreliğine gözlerini kapamak demek. Ama gözlerimizi ne kadar kaparsak kapatalım, bir gün o gerçeklik gelip kapımızı çalıyor. En basit örneğiyle, Ortadoğu’da cereyan eden her kriz ve çatışma, en başta Türkiye’yi etkiliyor. Savaşlar başladığında ilk sığınacak liman, genellikle Türkiye oluyor. Suriye savaşından kaçan milyonlarca insanın ilk duraklarından biri Türkiye oldu ve bu akış, ülkenin demografik yapısını derinden değiştirdi. Peki bu, sadece tesadüfi bir sonuç mu, yoksa uzun vadeli bir demografik mühendislik planının bir parçası mı?

Son 20 yıla baktığımızda, Türkiye’nin neredeyse tüm şehirlerinin demografik yapısının önemli ölçüde değiştiğini görüyoruz. Özellikle güneydoğu bölgelerinde, yerli halkın yanında büyük oranda sığınmacı nüfus birikmiş durumda. İstanbul o eski İstanbul değil. Bu durumun, şehirlerin kültürel ve sosyal yapısını nasıl etkilediği göz ardı edilemez. Kimi uzmanlar, bunun bir plan dahilinde olduğunu, bölgelerdeki demografik nüfus yapısını değiştirmenin amaçlandığını öne sürüyor. Avrupa için de bunun yapıldığı iddia ediliyor. Avrupa’nın 20 yıl önceki haline bakıp şimdiki haline bakınca, bu değişimi gözden kaçırmak imkansız.

Aynı senaryonun Avrupa için de geçerli olduğu iddiaları var. Avrupa, son yıllarda tarihinin en büyük göç dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Milyonlarca insan savaştan, açlıktan ve yıkımdan kaçıp Avrupa’ya sığındı. Bu savaşlar yıkımlar planlı mı? Bu göçlerin, Avrupa’nın demografik yapısını uzun vadede değiştirmesi kaçınılmaz görünüyor. Sosyal medya ve bazı platformlarda, bu durumun bilinçli bir şekilde planlandığı, ülkelerin nüfus dinamiklerini ve politik yapısını dönüştürmek için kullanıldığı dile getiriliyor.

Gerçek ne olursa olsun, hem Türkiye hem de Avrupa için bu göç hareketleri sadece bir insani kriz değil, aynı zamanda geleceğin toplumsal dokusunu şekillendirecek kritik bir faktör haline geldi. Sadece bugünün değil, gelecek nesillerin yaşamını doğrudan etkileyecek olan bu büyük göç dalgasına ne kadar hazırlıklıyız?

#Savaş #Göç #Sığınmacılar #Türkiye #Avrupa #Demografi #Kriz #Gelecek #Toplum #Entegrasyon #SosyalDeğişim #Ortadoğu #Mülteci #MültecilerTürkiye #SığınmacılarTürkiye #GöçTürkiye #MülteciKabulTürkiye #AsılMücadeleTürkiye #MültecilerAlmanya #SığınmacılarAlmanya #GöçAlmanya #AsylumGermany #IntegrationGermany #Mültecilerİsviçre #Sığınmacılarİsviçre #Göçİsviçre #AsylSchweiz #İsviçreEntegrasyonu #MültecilerAvrupa #SığınmacılarAvrupa #GöçAvrupa #AsylumEurope #EntegrasyonAvrupa #AvrupaKriz #SosyalUyum #AvrupaMülteciPolitikası

Yazının Almancasını okumak için alttaki Link:

Haberin Devamını Oku

Gündem

AVUSTURYA’DA SEÇİM SONUÇLARI – AŞIRI SAĞ SANDIKTAN ZAFERLE ÇIKTI

yazar

Yayınlayan

on

Haber: Derya Soygül – Avusturya

29 Eylül 2024 Pazar günü Avusturya’ da parlamento seçimleri yapıldı. Aslında sonuç çok da şaşırtıcı değildi. Uzun zamandır anketlerde yükselişte olan aşırı sağcı FPÖ henüz kesinleşmeyen sonuçlara göre oyların %28’ ini almış durumda. Onu iktidardaki ÖVP %26 ve tarihteki en düşük oy oranını alan SPÖ %21 ile takip diyor. Beklenen bir sonuç daha yeşillerin oy kaybedeceği idi. Nitekim  %8 gibi bir oranda kalırlarken, NEOS bir çıkış yaparak %9,1 ile dördüncü parti olmayı başardı. Kesin sonuçların mektupla oy verenlerin de oyları sayıldıktan sonra Perşembe günü ortaya çıkacağı söyleniyor ama sonucun pek de değişeceği düşünülmüyor.

Şimdi tüm gözler Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’ e çevrilmiş durumda. Demokrasi ve Cumhuriyet değerlerine bağlılığı ile bilinen Cumhurbaşkanı ilk açıklamasında sorumluluk bilinci ile hareket edeceğini, liberal demokrasi değerlerine ve hukuk devleti, insan ve azınlık hakları, bağımsız medya, Avrupa Birliği üyeliği gibi konularda ülkenin çıkarlarını düşünen partiye görev vereceğini belirtti. Bu ilk açıklama, sanki tüm bu değerleri yok sayan FPÖ’ ye görev verilmeyecek gibi algılansa da, görev verilmemesi durumunda bir sonraki seçimlerde daha büyük bir tepki ile karşılaşılmasından da kaygı duyuluyor siyasi çevrelerde.

Öte yandan parlamentoya girmeye hak kazanan diğer siyasi parti liderleri de FPÖ ile bir koalisyona girmeyeceklerini daha seçim kapmanyaları sırasında belirtmişlerdi. Bunu dün akşam kesin olmayan sonuçlardan sonra da vurguladılar. Özellikle NEOS partisinin başkanı Beate Meinl-Reisinger, FPÖ başkanı Herbert Kickl’ ın yüzüne karşı açıkça onu başbakan olarak görmek istemediğini söylemesi dikkat çekiciydi.

Tabii ilk tebrikler gelmekte gecikmedi. Kardeş parti olarak adlandırılan Alman Afd partisi başkanı ilk tebrik eden oldu. Onu Macaristan, Fransa, İtalya ve Hollanda’ dan diğer sağcı parti liderleri takip etti.

FPÖ Neden Yükselişe Geçti?

Daha önve ÖVP ile koalisyon yaptığı sırada FPÖ’ nün o sıradaki başkanı H. C. Stracher tüm ülkeyi şoka sokan İbiza skandalı denilen bir gizli video olayına karışarak hükümetin düşmesine neden olmuştu. İbiza’ da bir Rus oligarşi mensubu olduğunu iddia eden bir kadına ülkedeki önemli gazetelerin yönetimini verme planları yaparken gizli kameraya çekilmiş ve ardından parti başkanlığını ve üyeliğini de kaybetmişti. Daha sonra partinin oy oranı %19’ lara geriledi.

Ancak tüm dünyayı etkisi altına alan Covid 19 salgını sırasında yönetimde olan ÖVP ve Yeşiller(die Grünen) salgın sürecini iyi yönetemediler. Özellikle aşı zorunluluğu getirmeleri ve aşı olmayan vatandaşların restoran, iş yeri gibi pek çok yere alınmama kuralı koymaları halkı ikiye böldü. İstekleri dışında aşı olmak zorunda kalanlar veya aşı olmadıkları için pek çok haklarını gaspedilmiş olarak görenler büyük bir tepki duydu ve bunun için mevcut hükümetle hesaplaşma planları yaptılar. Aslında sağcı görüşlü olmayanlar bile FPÖ partisine yöneldi.

İkinci büyük tepki ise gittikçe artan sığınmacı sorunu. Sığınmacıların neden olduğu güvenlik olayları, günden güne çoğalmaları halkta büyük bir tepkiye yol açtı. Herbert Kickl bu iki sorunu çok iyi kullanarak sürekli ateşin altına odun attı ve tepki oylarını kazanmayı başardı. Başa geçince verdiği sözlerde durup durmayacağı belli olmaz ama keskin söylemlerinin partisinin yararına olduğu açıkça görülüyor.

Herbert Kickl dün akşamki konuşmasında halkın karar verdiğini ve hükümet kurma hakkının partisinde olduğunu belirtse de daha önce 1999’ da SPÖ en büyük oy oranını aldığı halde FPÖ’ nün ÖVP ile bir olup hükümeti kurduğu biliniyor. Eyalet seçimlerinde de geçmişte buna benzer olaylar oldu. Bu seçimler parlamento seçimi olduğu için, parlamentoda çoğunluğu sağlayan veya koaliston oluşturabilen partilerin hükümeti kurabileceği açık. Şu anda en olası görülen koalisyon modeli ÖVP, SPÖ ve NEOS. Ancak önümüzdeki günler neyi gösterecek, Cumhurbaşkanı’ nın tavrı nasıl olacak bunları bekleyip göreceğiz.

Bu arada eklemek istediğim bir konu daha var. Cumhuriyet’ in kurucusu ve yıllardır lider parti konumunda olan SPÖ’ nün oy kaybının nedeni olarak da parti içi kavgalar ve anlaşmazlıklar görülüyor. Partide Türk milletvekilleri ve siyasetçiler de var, ancak geçen seçimlerde de okuduklarımdan edindiğim izlenim Türk veya başka ülkelere mensup siyasetçiler partiye büyük oranda oy toplamalarına rağmen, stratejik noktalarda aday gösterilmemekten dolayı çok şikayetçiler. Önümüzdeki dönemlerde partideki sular durulacak mı, bunu da bekleyip göreceğiz.

Tabii yükselen sağcılık ülkedeki azınlıkları da oldukça endişelendiriyor. Zira yabancı düşmanlığı sadece sığınmacılarla kalmıyor, zamanla herkesi bir kefeye koyuyorlar. Böylece ülkede yıllardır yaşayan, çocuklarını okutan, çalışan ve vergi veren göçmenler de ziyadesiyle düşmanlıktan nasibini alıyor.

Evet, bizim yakada durumlar böyle. Olabildiğince objektif olarak sizlere sonuçları ve perde arkasını aktarmaya çalıştım. Yıllardır yaşadığım ve sevdiğim ülke için umarım en hayırlısı olur.

#Avusturya #Seçim2024 #FPÖ #ÖVP #SPÖ #NEOS #Sığınmacı #Sağcılık #Demokrasi #Cumhurbaşkanı #österreich #wien #graz #salzburg #austria #avusturyatürkleri

Haberin Devamını Oku
Reklam

Trendler