Sosyal Medya

Köşe Yazıları

Keşkeler ve Pişmanlıklar: Zamanın İçinde Kaybolan Anlar ve Yeni Başlangıçlar

yazar

Yayınlayan

on

Zaman… Kimine göre hızla geçen, kimine göre durmak bilmeyen bir kavram. Saatler, günler, yıllar… Birbirini kovalayan anlar arasında kaybolup giden bir yaşam. Her yeni gün, geçmişin izlerini taşırken, geleceğe dair umutları da beraberinde getiriyor. Fakat çoğumuz, zamanın bu hızına ayak uydurmakta zorlanıyoruz. Peki, gerçekten zamanın nasıl geçtiğini hissedebiliyor muyuz? Yoksa anlar, gözlerimizin önünden kayıp giderken, biz de sadece bakıyor muyuz?

Hayat, bir anlamda sürekli bir koşuşturmaca içinde geçiyor. Her şey hızlı, her şey telaşlı. Ancak bu hızın içinde kaybolan şeylerin farkında mıyız? İnsan, geçmişe dönüp baktığında, kaybolan yılları hatırlamak istese de, zamanın ne kadar çabuk geçtiğini kavrayamıyor. Çünkü geçmişin yavaşça kayıp gitmesi, onu en çok yaşadığımız anda, o anın içinde fark edemediğimiz bir şeydir. Çoğumuz bugün, “bugünkü aklım olsa” diye geçmişteki pişmanlıklarını dillendiririz. O zamanlarda yapmadıklarımız, söylemediklerimiz, vermediğimiz kararlar bizi yıllarca takip eder.

Bazen geçmişi düşünüp, eski anıların ne kadar değerli olduğunu fark ediyoruz. Çocukluk yıllarını, ilk gençlik heyecanlarını, sevdiklerimizle geçirdiğimiz huzurlu anları. Oysa bu anların değeri, sadece zaman geçtikten sonra anlaşılabiliyor. O zaman da “Keşke”ler devreye giriyor. Keşke daha fazla o anların tadını çıkarmış olsaydık, keşke daha çok zaman geçirdiğimiz insanlara değer vermiş olsaydık. Keşke, o eski anları yeterince yaşadığımıza dair kendimizi tatmin edebilseydik. Ama geriye dönüp bakmak, zamanı değiştiremiyor.

Ve şimdi, içinde bulunduğumuz anda, belki de bugünden yarına ne yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Zamanı daha verimli kullanmak, hayatımıza anlam katmak, daha çok gülmek, daha çok sevmek… Ancak bu da bir paradoks: Geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin endişeleri, bize şu anı yaşama fırsatını veriyor mu? Bizim gerçek zamanımız şu an değil mi? Oysa çoğu zaman geleceği düşünmek ve geçmişe takılmak, bizi bugünden uzaklaştırıyor. Bugün, aslında hayatımızın en değerli anı. Çünkü geçmiş, geçmişte kaldı ve geleceği de bugünden inşa edebiliriz.

Hayatımızda yaptığımız her yeni başlangıç, aslında geçmişi geride bırakmanın bir yoludur. Yeniliklere, değişimlere kapı aralamak, bazen bir cesaret meselesidir. Yeni bir iş, yeni bir ilişki, yeni bir karar… Bu başlangıçlar, hayatı farklı bir açıdan görmemize olanak tanır. Ancak bu başlangıçlar, her zaman kolay olmaz. Çoğu zaman geçmişin izlerinden kurtulmak, korkularımızı ve endişelerimizi aşmak gerekir. Ama her yeni başlangıç, insanın kendisini yeniden keşfetmesi için bir fırsattır.

Peki, biz kendimize bu fırsatları ne kadar tanıyoruz? Kendimizi yeniden keşfetmek için, hayatta her anın kıymetini anlamaya çalışıyor muyuz? Belki de hayatın gerçek anlamı, tam da bu anları fark edebilmekte gizlidir. Yeni başlangıçlar, cesaret ister; ancak cesaret, hayatın hızla akan nehrinde bizi sürüklerken, biraz durmayı ve bu hızın içinde kaybolan anları fark etmeyi de gerektirir.

Zaman, aslında biz fark etmeden yaşadığımız bir yolculuktur. O yüzden belki de en önemli şey, zamanın geçişini anlamak değil, her anı yaşamak ve bu yolculukta aldığımız her adımın kıymetini bilmek olmalıdır. Geçmişi, geleceği ve bu anı bir bütün olarak değerlendirebilmek, yaşamı anlamlı kılmanın en doğru yolu olabilir.

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

YENİ YILDA YEPYENİ BİR ‘’BEN’’…

yazar

Yayınlayan

on

Her yeni yıl; yepyeni umutlar ve yeni başlangıçlar için harika bir fırsat…

Aslında her sabah güne uyandığımızda, her yeni gün yeni bir başlangıç için harika bir fırsat. Ancak bunu insan her sabah yeniden hatırlayamıyor. Ama yeni yıl, sanki biraz daha farklı. Tarih bile değişiyor, belki bu da bize farklı hissettiriyor. Ya da toplum hafızası, aile ve çevreden öğrendiklerimizle yeni yıla farklı bir anlam yüklemişiz. Her nasıl olduysa olmuş, ben yeni yılı çok seviyorum. Kendimi, hayatımı gözden geçirip, yeni başlangıç yapmak için harika bir fırsat olarak görüyorum.

Aile olarak da senelerdir uyguladığımız ve artık bir aile geleneği haline gelen bir alışkanlığımız var.

Her yıl başında herkes kendine hedef belirliyor. Değiştirmek, geliştirmek istediği ya da yeni bir başlangıç yapmak istediği şeyleri maddeler halinde sıralıyor. Önceleri bunu herkes kendi yazıp, yeni yılın ilk günlerinde yaptığımız toplantıda paylaşırdı.

Bir ara kendi kendimizi kandırdığımızı, ufak tefek pembe yalanlarla yazdıklarımızı değiştirdiğimizi fark ederek, bu yöntemi değiştirdik😊 Bazen insan o kadar dürüst olamıyor😊 Bu görevi eşime devrettik. Herkes o yılki hedeflerini ona söylüyor ve o defterine yazıyor. Sonra ertesi yıl geldiğinde, koyduğumuz hedeflerin hangisini tutturduğumuzu paylaşıyoruz. Kaçış olmuyor. Kimse bir şeyler sallayamıyor. Sadece iki seçenek oluyor, ya gerçekleştirdin ya da gerçekleştiremedin.

Tabii bazen gerçekleşmemesinin sebepleri, hepimiz tarafından makul gerekçe olarak görülüp, ‘’olmadı, ama sen gayret ettin, gayret en önemli kısmı, yine de aferin’’ diyerek, birbirimizi sakinleştiriyoruz. Bazen de ‘’senin adına üzgünüz, ama sen de olması için yeterli çabayı göstermedin’’ diyebiliyoruz.

Bunu ben senelerce kendi kendime hep yapardım. Doğum günüm 2 Ocak olduğu için, yılın başlangıcı benim için her yıl yeniden doğuş gibi olurdu. Her yıl için kendime süslü bir defter alır, yazardım. Hala yazıyorum😊 O kadar çok taşınmama ve sürekli bazı eşyaları elememe rağmen, defterlerimin çoğu hala benimle. Bazen geriye doğru bakıp, kimi zaman ne aptalca hedefler koyduğumu görüp, kendi kendime gülüyorum. İnsan her yıl ne kadar çok değişiyor. İnanılmaz. Çok enteresan olan şu ki, bazı şeyler de hiç değişmiyor. Onu da defterlerimden görüp, ona da şaşırıyorum.

Geçtiğimiz yıl, yani yakınlarda bitireceğimiz bu yıl, benim için çok fazla sert oldu. 2024 yılının başında toplantımızı yapamadık. Çünkü o günlerde hastanede annemin başındaydım. Defterim hep yanımda olduğundan yazmışım. Yılın son günlerinde tekrar ilk sayfaları okuduğumda, o sıra yaşadığım ama sonrasında tamamen sildiğim anları tekrar yaşadım. Çok tuhaf, insan bazen yazdıklarını okurken, onları kendisinin yazdığından bile emin olamıyor. Bu bana çok oluyor.

11 Ocak 2024 ‘de annemi kaybettikten sonra bir süre yazamamışım. Sonrasında da fazla yazmışım. Ama ne hedef var, ne geçen yılın hesaplaşması. Anlayacağınız 2024 yılı ailemizin hiçbir hedef, amaç, değerlendirme yapmadan, yıla çok sert biçimde girdiği bir yıl oldu. Ailemizin Hedeflerle Yönetim Toplantısı yapılamadı.

Hayat bildiği gibi geldi, aktı ve bir yıl geçti. Şimdi yeni bir yıl geliyor. Defterler hazır… Yeni hedefler, yeni beklentiler, değiştirilmesi gereken alışkanlıklar, hayatımıza yeni katmak istediğimiz alışkanlıklar, yapmak istediklerimiz, yapmaktan vazgeçtiklerimiz hepsi dökülecek satırlara…

Sanırım bu yıl herkes biraz daha rahat, geçen yıldan herhangi bir hedef vs. sorgulanmayacak. O açıdan rahatız, insan ailesi bile olsa birileri ile paylaşınca yapmak istediklerini, ekstra bir sorumluluk hissediyor. Bu tatlı stres insanı canlı tutuyor, biraz da sorgulama gibi görüp, geriliyor. Bu iyi bir şey…Tabii bence…

Ailede de hepimiz bu alışkanlığımızı çok seviyoruz. Tabii ki, Can hariç. O pek hoşlanmıyor, ama aile geleneğine uyuyor. İçimde bir yerde biliyorum, şu an bize kızıyor gibi gözükse de, ilerde o da bu geleneği sürdürecek.

Sizlerin defterleri hazır mı? Yılı temize çekip, yepyeni bir ‘’siz’’ için hazır mısınız?

Hepimize kolay gelsin.

Bu yıl geçen yıldan çok daha güzel olsun.

Eğer yeni bir yıla başlayabiliyorsak, ayağa kalkıp, yeni bir hayat yaratmamız, taze bir başlangıç yapma şansımız var..

Şimdiden iyi yıllar….

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

NE ORALISIN NE BURALI: GURBETTEKİ RUHUN KİMLİK ARAYIŞI

yazar

Yayınlayan

on

Yurtdışında yaşayanların Türkiye’ye her ziyareti, aynı sahneyi tekrar tekrar yaşatır. Daha valiz açılmadan başlayan sorular, sanki bir kimlik sınavına çekiyormuşçasına, üst üste gelir: “Burası mı güzel, orası mı güzel?” Küçük çocuklar için de farklı değildir: “Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?”

Bu bitmek bilmeyen kıyaslama çabası, yalnızca akraba ziyaretlerinde değil, gurbetçilerin yaşadıkları ülkelerde de karşılarına çıkar. Tanıştıkları yabancı bir komşu ya da iş arkadaşı, merakla şunu sorar: “Kendini daha çok Türk mü hissediyorsun, Alman mı? İsviçreli mi? Avusturya’lı mı?”

Ve ne kadar düşünseler de, hiçbir cevap bu soruları tatmin edemez. Çünkü o cevap, herkesin görmezden geldiği büyük bir gerçeği saklar: Gurbetçiler ne oralıdır ne buralı. Türkiye’de “Alamancı”dırlar, yaşadıkları ülkelerde ise bir türlü “tam anlamıyla” yerli sayılmazlar.

TÜRKİYE’DE YABANCI, YURTDIŞINDA DAHA YABANCI

Gurbetçinin kimliği, tıpkı uçak biletinin gidiş-dönüş tarihleri gibi, değişken ve kırılgandır. Türkiye’ye ayak bastığında ev sahibi değil, misafirdir. Kendi memleketinde dahi “yabancı” olarak anılır. Şivesiyle alay edilir, yanlarında çocukları varsa “Aman bu çocuk Türkçeyi unutur, yazık” denir. Ancak yaşadıkları ülkede aynı çocuklara asla “tam anlamıyla bizim vatandaşımız, bu Alman, İsviçreli, Avusturyalı” denilmez. Pasaportu, dili, mesleki başarısı ya da topluma katkısı bu algıyı değiştirmez. Yabancıdır, Ausländer.

Bu çift yönlü yabancılık hissi, gurbetçinin omuzlarına ağır bir yük bindirir. Doğduğu topraklarda hasretle karşılanması beklenirken, “bir misafir kadar” kabullenilmesi ona acı verir. Yaşadığı ülkede ise ağzıyla kuş tutsa da her zaman “öteki” olarak kalır. Peki, bu sorular neden sorulur? Neden bu ısrarla bir taraf seçmesi istenir?

BİR TARAFA AİT OLMA ZORUNLULUĞU

Belki de bu soruların ardında, insanın köklere olan derin ihtiyacı yatıyordur. Toplum, herkesin bir yere, bir kimliğe ait olmasını ister. Oysa gurbetçinin ruhu, kökleriyle dalları arasında sıkışmıştır. Doğduğu ülke, onun çocukluğunu ve geçmişini temsil eder; yaşadığı ülke ise bugünü ve geleceğini. Bir ağaç gibi, hem köklere hem de gökyüzüne muhtaçtır.

Ancak köklerle gökyüzü arasındaki bu bağ, toplumun beklentilerine uymayınca, bir “araf” durumu doğar. Hiçbir yere ait olamamak, hep iki dünya arasında sıkışıp kalmak… Asıl sorun, gurbetçinin bu durumu kabullenmiş olmasıdır, ama çevresindeki insanların hâlâ ondan net bir cevap beklemesidir.

GURBETÇİNİN İKİ DÜNYASI

Türkiye’deki yakınlar, gurbetçinin “orayı” överek burayı küçümsemesini beklerken, yaşadığı ülkedeki insanlar ondan geçmişini tamamen silip o ülkeye ait olmasını ister. Bu iki zıt beklenti, gurbetçinin ruhunu bir savaş alanına çevirir. Ne tam anlamıyla Türk kalabilir ne de tam anlamıyla yeni ülkesine ait olabilir. Onun için iki dünya da yarımdır, iki dünya da eksiktir. “Bunu başardım” diyen ya kendini kandırıyordur ya da öyle sanıyordur.

KABUL GÖRMEK Mİ, ÖTEKİLEŞMEK Mİ?

Aslında bu soruların ardında büyük bir ikiyüzlülük de yatıyor. Türkiye’de, gurbetçiyi kendi toprağından kopmuş bir “Alamancı” olarak görenler, onun Batı’da maruz kaldığı ötekileştirmeye şaşırmaz. Oysa iki taraf da aynı şeyi yapmaktadır: Onu tam anlamıyla kabul etmemektedir.

SORULAR YERİNE EMPATİ

Belki de bu yüzden artık şu soruları sormayı bırakmalıyız: “Burası mı güzel, orası mı güzel?” ya da “Kendini daha çok nereli hissediyorsun?” Bunun yerine, gurbetçinin iki dünyayı da içinde taşıdığını kabul etmek gerek. Çünkü onun hikayesi, kökleri ve gökyüzü arasında bir köprü kurmanın hikayesidir. Empati, bu köprüyü güçlendirecek tek şeydir.

Belki de en güzeli, hiçbir yere ait olmak zorunda hissetmeden, iki dünyayı birden kucaklamaktır. Çünkü gerçek aidiyet, insanın kendini bir kimliğe sıkıştırmadan, özgürce var olabilmesidir.

Hayatta her zaman kökleriniz kadar, dallarınızı da sevin. Çünkü insan ancak iki dünya arasında köprü kurduğunda tam anlamıyla var olur.

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

2025 KIŞ TRENDLERİ YENİ BAŞLIYOR…

yazar

Yayınlayan

on

2025 KIŞA GİRERKEN ÖNE ÇIKAN MODA TRENDLERİ

Sonbahar rüzgarlarının, kar tanelerine dönüştüğü kışın en soğuk günlerine adım attığımız şu günlerde, dünya modasını kendi tarzına adapte etmek isteyenler için sezonun tam ilk yarısında en öne çıkan ve hatta sokak stillerine yansıyan en hit trendleri anlatmaya geldim.

Neredeyse bir yıl öncesinden dünya moda trendlerini öngören “Trendsetterlar”, bizlere bu sonbahar kış sezonu için birçok farklı trend sunmuştu. Sonbahar sezonunda özellikle bazı trendler biz kadınları fazlasıyla cezbederek, tarzlarımıza yansıtmamızla birlikte en öne geçmeyi başardı.

Hâlâ dışarı çıkarken ne giyeceğinize karar veremiyorsanız, gardırobunuzda karmaşa yaşıyorsanız, alışveriş yaparken alakasız şeyler alıyorsanız, tam kış sezonu yeni başlarken, tarzınızla sizi bir yıldız gibi parlatacak, dünya moda markalarının defile görsellerinden derlediğim en hit trendleri sıralamaya başlayalım.

BORDOLu KADIN

Bu sezonun en popüler, en trend, en öne çıkan rengi “Bordo” tüm trendlerin önüne geçerek ilk sırayı alıyor. Bordo giyinen kadınları sonbahardan itibaren her yerde görmeye başlamıştık. 2025 kışında, tarzlara damgasını vurmaya devam edecek gibi görünüyor.

Gucci’nin yeni tasarımcısı Sabato De Sarno en son Gucci defilesinde; Gucci’nin Tom Ford dönemine atıfta bulunan bordo tasarımları, ustaca kullanarak dönemin en hit trendini yaratmış oldu.

 Baştan aşağı tamamen bordo renkte giyinmek yada sadece palto, ayakkabı, çanta, çizme, şapka, çorap gibi kombin parçası olarak kullanarak bu trendi sizde yakalayabilirsiniz.

Bu trendin en iyi yanı, sıradan bir tarzı ne kadar zahmetsizce yükseltebildiğiniz veya daha cesur bir şeye derinlik katabildiğinizdir.

Ayrıca bordo oje, bordo ruj yada allık gibi detaylarda kullanarak kombinlerinizi tamamlayabilirsiniz.

ÖRME TAKIMLAR

Kışın buz gibi soğuk günlerinin vazgeçilmezleri örmeler;  bu sezon örgü etek-ceket, şort-ceket ,

pantolon-kazak gibi kombin takımlar olarak karşımıza çıkıyor.

El emeği göz nuru haraşolar, selanikler, saç örgüler ve diğer bütün çeşitlerinin birbiriyle yarışacağı bu sezonda sizlere tavsiyem; örgü yapmayı biliyorsanız bu takımlardan kendinize veya sevdiklerinize örerek bu trendin yıldızlarından biri siz olabilirsiniz.

DERİ ŞIKLIĞI

“Şıklık, çaba ister…” sözümün hakkını veren trend bu olsa gerek. Deri pantolon, etek yada şort takımlar, deri paltolar, ceketler ve deri çizmelerle yaratılan kusursuz şık silüetler bu sezon dünya moda tasarımcılarının kadınları şık, elegant ve sofistike tarzlara dönüştürüyor. Şık olmak istiyorsanız bunun için çabalamalısınız…

 

KÜrk MANTOLU KADIN

Gösterişli, göz dolduran, zengin bir görünümün temel parçası kışın vazgeçilmezi kürkler bu sezon farklı tarzlarda ortak bir amaca hizmet ediyor. İster salon kadını olun, ister kayak yapmaya giden sporcu bir kadın, bu kürkler size bu sezon zengin patron havası vermeye geliyor.

Dünya markalarının hiçbiri artık gerçek kürk kullanmıyor. Bende kendi adıma trendleri yakalamak isteyenlere emitasyon kürekleri almalarını önemle rica ediyorum.

LEOPAR

Dolce Gabbana’nın, Roberto Cavalli’nin hemen hemen her sezon koleksiyonlarında sıkça kullandığı leopar deseni bu sezonun en öne çıkan trendlerinden biri haline geldi.

Şık paltolardan gündelik bluzlara, ayakkabı, çanta ve aksesuarlara kadar leoparı bu sezon birçok farklı tarzda kullanabilirsiniz.

 Christian Dior gibi tasarımcılar bu klasik deseni kemerli trençkotlar gibi çarpıcı parçalarda kullanırken, Zimmermann ise günlük giyime dahil etmeyi kolaylaştıran rahat stillerle tasarımlarına yansıtıyor. Sizde leopar bir parçayı gardrobunuza dahil ederek bu trende katılabilirsiniz.

BOHEM

Rahat, salaş, karmaşanın yaratığı farklılık arayışını yansıtan bohem tarzı benimseyenlerden ilham alan bu trend, Chloe’nın uçuşan transparan gömleklerinden

kadınsı çekici görünümü yakalayabileceğiniz gibi, Armani’nin salaş pantolon ve çiçekli kombininde olduğu gibi maskülen bir tarza da bürünebilirsiniz.

Sezonu sezonda takip edenler için öne çıkan birkaç trendi yorumladım. Kişisel tarzınızı oluştururken, sürekli değişen güncel trendlere kendinizi fazla kaptırmadan size en çok yakışan parçaları seçmenizi tavsiye ediyorum.

“Moda Vazgeçilmezdir.” Ayşenur Demirkan

YAZAN VE HAZIRLAYAN: AYŞENUR DEMİRKAN

www.aysenurdemirkan.com

Haberin Devamını Oku

Trendler