Sosyal Medya

Köşe Yazıları

Bu Nasıl Haber? ..İsviçreninsesi’nde Bu haber Ne Alaka?

yazar

Yayınlayan

on

Son zamanlarda sosyal medyada ve çeşitli platformlarda, İsviçreninsesi’nde de yayınlanan haberlerde bazı olumsuz yorumları gözlemliyoruz. 10 bin takipçiden birkaçı, bazı paylaşımların altında yorumlarda içerik hakkında “Bu haberden bize ne?”, “Bu ne biçim haber?” ya da “İsviçreninsesi ile bunun ne alakası var?” şeklinde eleştirilerde bulunuyor. Elbette eleştirinin yapıcı olması önemlidir, ancak bu tür yorumların genellikle başka motivasyonlar taşıdığını da unutmamalıyız. Nedeni yazının devamında.

Yapıcı Eleştiriler ve Medeniyet

Bazıları öyle yapıcı ve nazik eleştirilerde bulunuyor ki, bu eleştiriler gerçek bir değer taşıyor. Eleştiri yapmak elbette önemlidir; bu hem İsviçreninsesi hem de diğer haber kanalları için geçerlidir. Gelen beğeni ve eleştiriler, yapılan çalışmanın doğru veya yanlış olduğunu gösterebilir ve yetkililere geri bildirim sağlar. Ancak, eleştiri illa ki hakaret ya da küfürle değil, kısa bir şekilde “Bu görüşe katılmıyorum” veya “Ben farklı düşünüyorum” diyerek medenice yapılabilir. İsviçre ve Almanya medyasında, haberlerin altında binlerce yorumda insanlar, medenice görüşlerini yazar ve tartışabilirler. Ne yazık ki, Türkiye’deki sosyal medya platformlarında insanlar sanki küfür etmek için fırsat kolluyor gibi görünüyor. Eleştiriler yapılabilir; ancak aynı kişi beğendiği haberlerde de olumlu yorumlar yaparak dengeyi sağlamalıdır.

İsviçreninsesi’nin Misyonu ve İçerik

Öncelikle belirtmek isterim ki, İsviçreninsesi haber portalı tamamen ücretsiz olarak hizmet sunar. Buradaki haberler için sizden herhangi bir abonelik ücreti talep edilmemektedir. Platform, emek verilerek hazırlanan ve çeşitli konuları ele alan haberleri kullanıcılarına sunar. Bu haberler arasında bazen herkesin ilgisini çekmeyen konular olabilir; ancak bu haberlerin de kendine özgü bir değeri vardır.

Medya Türleri ve İçerik Uyuşmazlıkları

Bu bir eleştiri konusudur: Adı “Magazin” olan bir kanalda yüzde 90 siyaset veya günlük yaşam sorunları haber oluyorsa, burada bir tutarsızlık vardır. Benzer şekilde, adında “Siyaset” veya “Günlük” geçen bir medyada da yüzde 90 magazin haberi yer alıyorsa, bu da bir yanlışlık gösterir. Aynı şekilde, adında “İsviçreninsesi” bulunan bir haber portalında eğer yüzde 10 İsviçre haberi, yüzde 90 magazin veya Türkiye haberleri yer alıyorsa, burada da bir uyumsuzluk söz konusudur.

İsviçreninsesi’nin İçerik Öncelikleri

Ancak İsviçreninsesi haber portalının merkezinde İsviçre ve bu ülkedeki yaşam ile ilintili haberler bulunmaktadır. Bu, portalın pratikte de uyguladığı bir prensiptir. İsviçreninsesi adından da anlaşılacağı gibi, İsviçre merkezli haberler ve gurbetçi denilen Avrupa Türklerini, göçmenleri ilgilendiren konular, turizmi ve Avrupa’daki gelişmeleri öncelikli olarak ele alır. Kars’ın bir mahallesindeki yol yapımı ya da Adana’dan, Denizli’den, Edirne’den, İstanbul Güngören’deki mahalle kavgası gibi haberler, buradaki muhtarlık ya da belediye seçimleri İsviçreninsesi okuyucularının önceliği arasında değildir. Ancak, Türkiye’den de olsa bazı haberler, Avrupa’da yaşayan insanlar için ilgi çekici olabilir. Sosyal medyada trend olmuş, gündem haline gelmiş konular, geniş bir kitleyi ilgilendirir. Kendi memleketinde olan bir konu, Avrupa’da yaşayan Türkleri de ilgilendirebilir ve bu nedenle haber portallarında yer bulabilir.

Haberlerin İçeriği ve Evrensellik

İsviçre’nin dışından gelen bazı haberlerin burada yer alması, İsviçre’de yaşayan yerel halkın bilgilendirilmesi gereken konular arasında olabilir ve bu, platformun çeşitli ilgi alanlarına hitap etme çabasının bir parçasıdır. Herkesin aynı tür haberlere ilgi göstermesi beklenemez. Dolayısıyla, bazı haberlerin hoşunuza gitmemesi doğal bir durumdur. Eğer size hitap etmeyen bir haberi görüyorsanız, onu geçmek en basit ve sağlıklı çözüm olacaktır. Ancak hesap sorup “Bundan bize ne, bu haber ne alaka?” şeklinde yorum yapmak, gerçek bir eleştiri değildir. Ayrıca, aynı kişinin 1000 haberde tek bir olumlu yorumu yoksa ve sadece bir haberde bu tarz yorum yapıyorsa, bu genellikle iyi niyetten uzak bir yaklaşımın ve kişinin hayatındaki mutsuzlukların sosyal medya üzerinden yansımasının göstergesidir.

Hakaretler ve Yapıcı Eleştiriler

Hakaret içerikli bir yorumdan sonra kalkıp “eleştiriye açık olmalısınız” diyerek kendini haklı çıkarmak etkili bir yaklaşım değildir. Nasıl hitap ediyorsan, aynı dilde cevap alabilirsin. Günlük hayatta da böyledir: Karşındakine küfür ediyorsan veya hakaret ediyorsan, onun da sana benzer bir şekilde cevap vereceğini, hoşuna gitmeyen şeyler duyabileceğini kabul etmelisin.

Medya Kapsamı ve Uluslararası Örnekler

Örneğin, Deutsche Welle sadece Almanya’dan haber sunmuyor; global bir perspektif sunarak dünyanın dört bir yanından gelişmeleri aktarıyor. New York Times da sadece New York’tan yaşam haberleriyle sınırlı kalmıyor; uluslararası haberlerle geniş bir kapsama sahip. Kimse New York Times’taki Türkiye haberine “Bu haberin bize ne alakası var?” demiyor. Aynı şekilde, 20Min gibi İsviçre medyası, Türkiye’den haberler sunarken kimse “Sizin adınız 20Min; sadece 20 dakikalık haber sunmanız lazım” şeklinde bir eleştiride bulunmuyor. Frankfurt Allgemeine Zeitung da haberlerini sadece Frankfurt’tan gelen bilgilerle sınırlamıyor; geniş bir coğrafyadan ve çeşitli konulardan haberler sunuyor.

Sosyal Medya ve Eleştiri Kültürü

Sosyal medyada bu durum genel bir sorun haline gelmiştir. İnsanlar, kolayca hakaret edebilir ve başkalarını küçümseyebilirler. Saatlerce emek verilmiş bir haberin sadece başlığına takılarak, “Milleti kandırmayın, yalancısınız!” şeklinde yalancılıkla itham etmek yorum yapmak yaygın bir davranış haline gelmiştir. Ayrıca, “Yandaş, taraflı haber yapmayın” gibi yorumlar da sıkça karşılaşılmaktadır. Herkes karşısındakini kendi bakış açısına göre değerlendirir; size göre farklı düşünenler her zaman yandaş veya taraflı olarak nitelendirilebilir. Aynı kişinin doğru bulduğu haber medya kanalı tek taraflı olabilir ama onun tarafından yayınlandığı için ona göre objektif ve tarafsızdır.

Teşekkür ve Takdirin Önemi

Eleştirilerinizi yaparken, emek verilerek hazırlanan haberlere teşekkür etmeyi de unutmamak önemlidir. Beğendiğiniz ve faydalı bulduğunuz haberlerde olumlu yorumlar yaparak, eleştirilerinizi daha dengeli ve yapıcı bir şekilde ifade edebilirsiniz. Hiç düşündünüz mü? Bir kuruş maddi talep edilmeden sunulan haberler, arkasında birçok saatlik emek barındırır. Belki sadece 2 dakikada başlığını okuyup geçtiğiniz bir haber, aslında büyük bir çabanın ve araştırmanın ürünüdür.

Genel Sonuç ve Medya Etik Kuralları

Bu durum sadece İsviçreninsesi için geçerli değil; Instagram, YouTube ve diğer platformlarda da benzer bir durum söz konusudur. İnsanlar, çeşitli platformlarda emek vererek saatlerce hazırlık yapar, araştırma yapar ve canlı yayınlarla ya da farklı yayınlarla bilgi sunarlar. Bir beğeni atıp “like” yapmayı, teşekkür etmeyi çok görüyorsunuz; ancak hoşunuza gitmeyince kolayca hesap sorup, “Bu haber ne?” diyorsunuz.

Sonuç olarak, hayatın her alanında eleştirilerinizi yaparken teşekkür etmeyi ve takdir etmeyi alışkanlık haline getirin. Bu, hem daha yapıcı bir yaklaşım sağlar hem de haber portallarının ve içerik üreticilerinin kalitesini artırmaları için bir motivasyon sunar. Unutmayın, her haberin arkasında bir emek var ve bu emeğe saygı göstermek, hem bizlerin hem de içerik üreticilerinin daha iyi sonuçlar elde etmesine katkıda bulunur. Her haber portalında hatalı haberler olabilir; ancak kasıtlı propaganda yapılmadığı sürece, bir haberin başlığında veya içeriğinde olan eksiklikler yüzünden “yalancısınız, yanlısınız” şeklinde yorum yapmak yerine, resmin tamamına bakmak daha yapıcı olacaktır. Eleştiri yaparken, her haberde olumlu gördüğünüz şeyleri de yazın ki denge sağlanmış olsun. Aksi takdirde, 1000 haberde adı görülmeyen bir kişinin sadece bir haberde ortaya çıkıp yaptığı kasıtlı saldırı içerikli yorumlar asla ciddiye alınmaz.

#İsviçreninsesi #YapıcıEleştiri #SosyalMedyaEtiği #MedyaKalitesi #EleştiriVeTeşekkür #HaberVeEmek #GörüşleriniziPaylaşın #DengeliYorum #TürkMedya #İsviçreTürkleri #cemilbaysal #isviçrehaberleri #köşeyazıları #Almanya #Avrupa

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

İLHAM VEREN HİKAYELER: Gül Şefika Balaban Brandenberger

yazar

Yayınlayan

on

By

Bu köşede zaman zaman üretkenlikleri, hayata bakışları ve yarattıkları eserler ile ilham veren kişilerle yaptığım röportajları paylaşacağım.

İlk konuğum İsviçre’de yaşayan Sanatçı Gül Şefika Balaban Brandenberger.

Şefika aslında Hacettepe Üniversitesi mezunu bir Ekonomist. Türkiye’de yıllarca farklı kurumlarda Ekonomist olarak çalıştıktan sonra en son 11 yıl boyunca görev aldığı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nden ayrılıp, İsviçreli eşi ile evlenerek 2010 yılında İsviçre’ye yerleşmiş. Ankara’da iş hayatına devam ederken önce resim sanatı, ardından müzik terapisi, tasavvuf ve sema ile tanışan sanatçı, İsviçre’de Thalwil’de Institut APK-Ausbildung Prozessorientierung, Kunsttherapie & Komplementär -Therapie-APK Enstitüsü Süreç Odaklı Sanat Terapi ve Tamamlayıcı Terapi Merkezi’nde 3 yıl boyunca tekrar öğrenciliğe dönmüş. Geçen yıl ise Renklerle İç Yolculuğumuz-Ebru Sanatı Terapisi isimli kitabı Palme Yayınevi tarafından yayınlandı.

Gelin hikayesinin bundan sonraki kısmını kendisinden dinleyelim..

Sevgili Şefika, hoşgeldin. Ekonomistlikten sanatçılığa uzanan bu ilginç yolculuk nasıl gelişti, biraz anlatır mısın.

Ekonomist oldum ancak gençken sanatçı olmayı ve İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi’nde okumayı çok istedim. Biz Kayserili bir aileyiz. Babam hep şöyle derdi “Ankara’da okuyabilirsin ama ya İstanbul nasıl olacak?”

İyi bir eğitim aldım, TED Kayseri Koleji’nin ardından Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat bölümünden mezun oldum. Aynı üniversitede yüksek lisans eğitimimi yaptım. Tez yazarken iş hayatına atıldım ve değişik kurumlarda severek çalıştım.

O sürede önce resim hocam Serap Demirağ, sonra Müzik Terapisti ve Sufi Rahmi Oruç Güvenç ile tanıştım. İkisi de hayatıma sanat bazlı inanılmaz engin alanlar açtı. Biri ile tasavvuf, diğeri ile resim ve quantum fiziği dünyasına girmiş oldum. Yüksek matematik okuduğum için matematikle aram hep iyi oldu. Matematik bakış açımı resim hocam Serap Demirağ analiz etti. Boş tuvale bakarken o tuvali yerleştirebilme yetimi görür, başlarda güler ve “Cahil cesareti” derdi. Daha sonra ise “İşte buradaki matematik, görüyorsun” şeklinde yorumlamaya başladı.

Ebru sanatı ile tanışma

Ebruyla tanışman nasıl oldu peki?

Yıllarca çok yoğun bir iş ortamında çalıştım. Yine zamana karşı yarıştığım bir günde sevdiğim bir arkadaşımın “Kastamonu Günleri var, ebru sanatçısı geliyor” demesi üzerine yazılacak onca rapora rağmen öğle tatili arasında koşup gittim. Kastamonu’ya hayranım, her şeyleri özel bence. Ama o gün orada beni büyüleyen bambaşka bir şey oldu.

Neydi o? Biraz anlatır mısın?

Sadece 1,5 saatim vardı ve direkt ebru sanatçısının yanına gittim. Sırada bekliyoruz. Rafet Hoca küçücük bir köşeye bir metrekare masasının üstüne teknesini koymuş, boyalarını dizmiş, önlüğüyle çok mütevazi görünüyordu. Herkese tek tek gösterdi. Orada ebruyu ilk kez denediğimde kağıdı çektiğim zamanki hissimi hiç unutmadım; suya baktım, su bomboş ancak kafam da bomboş. “İnanılmaz” dedim kendi kendime, “bu nasıl bir şey böyle”! Öyle bir rahatlık duygusu ki, adeta o anda bir mucize oluyor ve bir kapı açılıyor, hiç bilmediğimiz bir dünyadan bir alem gösteriliyor. Tam bir transformasyon. Tabi iş mi kalır! O açılan kapının peşine gittim ve bana verdiği mucize bir ebru kağıdıydı. Elimde kağıtla sırıtıyordum. Aynı gün eve giderken hemen çerçevelettim ve evin girişine astım.

Sanatın dönüştürücülüğü

Ne mutlu sana, dönüştürücü bir an olmuş. Peki bu ebruya has bir şey mi, yoksa bunu sanatın başka dallarında da yakalayabiliyor musun?

Çok güzel bir soru. Sanırım benim o anki ihtiyacım o kafa yoğunluğumun boşalmasi idi ve ebru bunun için çok uygun bir sanattı. Mükemmel bir sanat. Şu anda benim ebruyu bu kadar derinlemesine incelememe sebep olan transformasyon da o duygu ve onun arkasındaki sır.

Bu sana has, senin hissettiğin bir şey mi, yoksa ebrunun amacı bu mu?

Ebru sanatının içinde, var olan her şeyi birleştirici bir güç var. Biz her şeyle bir bütünüz ya. Hani bir şeyi merak edersin, sonra bir bakarsın ki hiç açmadığın televizyonu açıyorsun ve o anda haberlerde senin merak ettiğin o bilgi var. Veya birdenbire bir kitap alırsın, bir sayfasını açarsın. Önüne o aradığın bilgi gelir. Her şey bize hizmet için zaten var etrafımızda, biz yeter ki doğru soruları sormayı bilelim ya da kendimizin ihtiyacı olan cevapların farkına varalım. Zaten cevaplar hep veriliyor, ama ebru sanatının çok özgün olduğunu düşünüyorum, kendi içinde kainatta olan birçok elementi taşıyor. Rahmetli Oruç Güvenç’ten 19 yıl boyunca müzik terapisi, hareket terapisi, baksı dansları gibi eğitimler aldık. Ankara’da ayda bir onun gönüllü organizatörlüğünü de yapıyordum. Bu eski geleneksel entrümanların, bazı hareketlerin insana ne kadar şifa verdiğinin farkındaydım. Ancak ebrunun verdiği şifayı ilk kez orada kendimde tecrübe ettim. Yani o kadar yoğun bir dönemde olmadan normal sıradan bir iş günü olsa belki ebruya da hemen gitmezdim, Kastamonu ekmeğimi alır, biraz bakınır, ebruyu da öylesine yapar dönerdim. Ancak öyle yoğun bir günde, başımın çok ağrıdığı bir anda ebru sanatını deneyimleyince bomboş oldum, ağrı falan yok oldu.

Biraz da 2024’te yayımlanan Ebru Sanatı Terapisi isimli kitabından bahsedelim. APK Enstitüsü’nde öğrendiklerini ebru sanatına da uyguladın diye anlıyorum. Örneğin kitabında da bahsettiğin 9 aşama; bunları APK’da mı öğrendin yoksa zaten uygulanan bir yöntem mi?

APK Enstitüsü kurucuları süreç odaklı terapiyi ortaya çıkarıp eğitimlerini bunun üstüne oturtmuşlar. Bir kişiye resim yaptırdığın zaman bu soruları soruyorsun, hepsini aralıklı olarak veya sıralı olarak sorabilirsin. Bazı cevapları sanat terapisi sırasında kendin de gözlemleyebilirsin. Tabi sanat terapisinde sadece 9 aşama üzerine eğitim almadık, onlarca değişik terapi yöntemi öğrendik. Bu sadece APK’nın bazında ortaya koyduğu süreç odaklı terapinin 9 aşaması.

O zaman ebruya uygulamak senin fikrindi, ama çok da güzel bütünleşmiş.

Evet ilk defa gerçekten bir sanat terapi okulunun bazına konmuş prosesi ebru sanatına uyarlayan benim. Bunu ben öğrencilerime de uyguluyorum elbette. Ebru kursu vermeye başladığımdan beri gittiğim yerlerden, Brezilya’dan, Kayseri’den, oradan buradan, hep farklı toprak toplardım.  Toprağı ezerek pigment haline getirmek çok zor bir iş, artık fabrikalarda yapılıyor tabi ama eski üstatların böyle ezdiğini biliyorum. Toprağı ezerken aklıma şu geldi; taşı ezerken dahi çok dikkatli ve insana layık davranmamız lazım. İnsan-ı Kamil yolcusu olmak zor bir şey. O sebeple sonsuzluk (∞) sembolünü bu sanata çok uygun bulup uygulamaya başladım.

Tasavvuf yolculuğu

Nedir tam olarak İnsan-ı Kamil olmak?

İnsan-ı Kamil tasavvufta tam anlamıyla insan olmak için yolda olmak anlamında kullanılır. Varlığında yok olabilmiş insana derlermiş. Benim için İnsan-ı Kamil’e örnek verebileceğim insanlar kim diye sorarsan başta Atatürk derim. Atatürk kendi potansiyelini kullanmış nadir insanlardan biridir. İnsan-ı Kamil olmak, kendisinde ortaya çıkması gereken her potansiyelin insana faydalı olacak, hayatını, frekansını değiştirecek, ya da hizmet etmesini sağlayacak şekilde ortaya çıkması demektir. Hepimizde potansiyeller var. Yanlış hatırlamıyorsam Kevser Yeşiltaş demisti galiba, onun bazı dijital seminerlerine de katıldım; herkeste ortaya çıkması gereken en önemli 3 yetenek varmış.

Sen kendininkileri buldun mu? 

Şöyle bir düşününce resim yapmayı birinci sıraya alabilirim, ikincisi tasavvuf ve semazen olma yolunda yaptığım çalışmalar ki – orada kendimi bulduğum bir alan var. Üçüncüsünü de yazı yazmak diye düşünüyorum. Senin köşe yazılarına yorum yazarken bile “yazıyorum” çünkü çok önemsiyorum. Senin düşünce gücünden o anda aldığım bilgi ve senin bana yarattığın o atmosfer ile, bende aktif olmaya hazır olan şey arasında bir bağlantı kuruluyor, benden çıkması gerekenler de yazıya dökülüyor, bir akış başlıyor.  

Tasavvuf ve Ebru ilişkisi 

Peki tasavvuf ve ebru ilişkisini de sormak isterim. Kitabında bu konuda güzel ifadeler var. Bununla ilgili olarak burada paylaşmak istediğin şeyler var mı

Ebru sanatında aslında insan bedeninde olan bir çok element var. Tasavvufa bakarsak, insanın yüksek değerlerine layık olma yolundaki yolculuğudur. Sema yapmak için yerle de cok güçlü bağlantıda olman lazım. Ayaklarının da zemine güçlü basması gerekiyor.  Bedensel yorgunluklara takılmamayı öğrenmek veya hatırlamak mı desem, şartlanmalardan kurtulmak gerekiyor.  Biliyor musun maraton koşucularına öğretilen bir bilgi varmış; yorgunluktan bittim dediğin an, o zamana kadar katettiğin yol kadar daha potansiyelin olduğunu anlaman istenirmiş. Tasavvuf da insana bu yönünü göstermeye çalışır, yani aslında ne kadar güçlü olduğunu. Biz cocukluğumuzdan beri her şeyi kafamızda limitlerle öğreniyor, öyle biliyoruz. “Uyku saatin geldi, yemek saatin geçiyor” şeklinde şartlandırıyoruz kendimizi. Bunların üzerine çıktığımız zaman potansiyelimizi de görme şansımız oluyor. 

Kitabımda da yazmaya çalıştığım aslında ebru sanatında toprak pigmentinin suyun üstünde durma aşamasına gelebilmesi, oradan sanatçının kendi istediği özgün şekilleri verebilmesi, onu kağıdın üstüne alabilmesi…tüm bu süreç ebrunun sırlarından. Sonsuza kadar o enerjiyi orada tutabilecek hale geliyorsun. Suyun üstüne gelmiş bir pigment farklı proseslerden geçmiş oluyor. Hani “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” deriz ya, işte onun gibi. Hiç çalışılmış bir toprakla çalışılmamış toprak aynı olur mu? İlk haline bak toprak, ikincisine bak kağıdın üstünde bir sekil! Ebrunun üstüne gelmiş olan desenler, renk renk pigmentlerin bir arada olması, tüm o süreçte ulaşılan bir sonuç var insana mutluluk veren. Hatta ilk ebru çalışmamı bitirince salona koymuştum. Daha sonra enerjisini hissettiğimde şaşırmıştım. Her geçtiğimde “Burada ne var” diyordum. Çağrı gibi bir şey hissediyordum. Bir baktım ki ebru çalışmam var o geçtiğim yerde. Aslında duyarlılık hepimizde var, beş duyumuzun üstüne geçtiğimizde sezgilerimiz devreye giriyor. Son zamanlarda sıkça duyduğumuz üçüncü boyut denilen, bu hayatın en alttaki katmanında olan bilinçaltımız konusu ortaya çıkıyor. Yani biz bilinçaltımızı aydınlatıp sezgilerimizi geliştirebildiğimizde, insan olmak yolunda da ilerliyoruz aslında. Duyularımızı kullanırken güzel görüp, güzel söz söyleyip, doğru işitip, her duyguya ihtiyacı olan ne ise mümkün olan en layık olanı verebildiğimizde ve yargılamaktan vazgeçebildiğimizde zaten bu boyuttan geçmeye hazırlanıyoruz. 

Sezgilerini nasıl geliştirebilir insan? 

Bunun bir yolu meditasyon. Ayrıca tabiatta yürümek, kendinle kalabilmen, çiçekler-bitkilerle, hayvanlarla ilgilenmek. Örneğin senin tatlı bir köpeğin var, düşünsene onu hissedebiliyorsun, onun söylemek istediklerini işitebiliyorsun, işte bu bir sezgi. Son zamanlarda zaten bütün hayvanlar dillendi. İnanılmaz boyuta erişti. Sadece insanlar gelişmiyor ki, bütün canlılar birlikte gelişiyoruz. 

Bütünün parçası olduğumuzu hatırlamak belki asıl önemli olan, öyle değil mi? 

Aynen öyle. Hiçbirimiz birbirimizden ayrı değiliz. Sadece frekanslarımızın birbirine daha yakın olduğu atmosferlerde olduğumuzda daha kendimiz oluyoruz. Daha rahat olup kendimizi tanıtma ihtiyacı duymuyoruz. Yargılanmak hiçbirimizin layık oldugu bir şey değil. Yargı zaten kaba zan demektir, yani bilip araştırmadan hüküm vermek, hemen bir karara varmak anlamında. Her insanın kendi içinde bir yolculuğu var. O yolculukta ihtiyacımız olan şeyler de hayatımızda ona göre farklı biçimlerde yer alıyor. Karşılaştığımız bir çok bilgili ve duyarlı insan ile kendimizi tanımak, sevgi boyutunu idrak edebilmek, hayatımıza farkındalık katan değerleri alabilmek en güzeli. Değer vermek, zaman ayırmak. Es geçmemek… Tabii bu arada kendi özgün alanımızı korumak ve sağlıklı seçimler yapabilmek hayat kalitemizi etkiliyor haliyle.  

Kitap hakkında 

Kitabın o kadar çok şeyi içinde barındırıyor ki, aslında sen çok güzel anlattın. Tasavvuftan tut, ebru sanatına, felsefeden, sanat terapisine ve insanın farkındalığına çok zengin bir içeriğe sahip. Ayrıca insan olma yolunda sadece terapide kullandığın 9 aşama ile değil, son bölümdeki işlem analizi” süreci ile de insanın kendini gözlemlemesi ve kendisi için önemli olanı tercih edebilmesi adına önemli bilgiler paylaşıyorsun. Peki sence kimler senin kitabını okusun? 

Çok teşekkür ederim Meltem. Öncelikle çocukluğumuzda şartlandırıldığımız, ebeveynler için olmak zorunda bırakıldığımız rollerden arınmamız ve kişilik ve karakterimize uygun olanı anlamamız için bu son bölüm çok önemli… Dediğin gibi kitabın adı sanki sadece ebru sanatıyla sınırlanmış gibi görünse de, içeriğine bakan herkes insan yolculuğunda kendinin az da olsa farkına varabilmesi için ortaya çıkarılmış, detaylandırılarak birçok bakış açısı ile değerlendirilmiş pek çok süreç, somut örnekler ve yollar görüyor. Bunların çoğu kendi deneyimim ile yazıldı. Yani sadece okunmuş bir bilgelik değil, bizzat üzerinde durduğum zaman verilmiş, çaba gösterilmiş, deneyimlenmiş konular. Kitabın arka kapağında da belirttiğim gibi, kitapta yer alan terapik bilgiler kendisiyle keyifli yol almak isterken yaratıcı çözümler arayan herkesi ilgilendirebilir. Tabi bu cümlenin altında derin Jungvari felsefi bir görüş var ama sadece o değil. Tasavvuf erbabları da özellikle 12. ve 13. yy. dan itibaren insanlara kendilerini çözmek istiyorlarsa arayışta olmalarını, sorgulamalar yapmalarını ve yaratıcı bir çok işle aktif olmalarını önermişler. Yani nasıl yaratıcı bir seyler üretebilirim, kendimi nasıl çözebilirim demek isteyen herkes kitaptan bir şeyler bulabilir. 

Peki bu yaratıcı çözüm illa ebru olmak zorunda mı? Bu kitabı okuyan biri ebruya başlamasa bile yaratıcı bir konuyla ilgilenip kendini daha iyi çözümleyebilir mi? 

Çok güzel vurgu yaptın. Tabii, kesinlikle. Herkes kendine iyi gelen ne varsa ona göre fikirler üretebilir, yapmaktan zevk aldığı şeyleri  başka bir perspektif ile yapmayı deneyimleyebilir. Fransız ressam Henri Matisse bunun en güzel örneğidir. Hastalanıp resim yapamaz hale gelmiş. Yatalak olduğunda kağıtları kesip yapıştırarak resimlerine öyle devam etmiş. Şimdi kolaj dediğimizde Henri Matisse bir numara. Ebru sanatı burada terapi süreçlerine uygunluğu ve birçok kadim değeri barındırması açısından çok güzel bir araç oldu.  

Kitabın “Ebru Sanatı Terapisi”ni okumak isteyenler nereden temin edebilirler

İsviçre’de yaşayanlar Amazon’dan sipariş edebilirler.

Peki son olarak; Şefika’nın ruhunu neler besler, neler okur, neler izler? 

Kendi ruhsal gelişimime katkıda bulunan ve zihnimi açan her türlü bilim kurgu ve fantastik film seviyorum. Hatta eski sufileri de çok “New Age” bulurum. O dönemlerde öyle şeyler söylemişler ki bugün Hollywood filmlerini bile etkileyecek düzeyde. Örneğin ABD’de İbni Sina Enstitüsü kurmuşlar. İlgilenen bazı arkadaşlarımla biz de bu konularla ilgili aramızda bir grup kurduk. Önce Rahmetli R. Oruç Güvenç’in Hz. Mevlana kitabını okuduk. Şimdi  Ş. Suhreverdi’nin Nur Heykelleri isimli kitabını okuyoruz; onların farkındalıklı halini algılayabilmek için hayaller kuruyor, fikirler öne sürüyoruz… 

Kitaplarını sevdiğim yazarların içinde klasiklerden Çernişevksi, Dostyoyevksi, Ömer Seyfettin, Sebahattin Ali gibi çok önceleri okumuş olduklarım var. Üçüncü Göz, İkinci Beden gibi fantastik romanları da ilgiyle okudum. Türk yazarlarımızı seviyorum: Buket Uzuner, Deniz Erten, Azra Kohen, Zülfü Livaneli, Elif Şafak, Murat Menteş, Erhan Kolbaşı severek okuduklarım arasında olanlar.  Son zamanlarda Edebiyat Kitap Klubümüz’den Burcu Özer Katmer’in Kendine Ait kitabından, göç etmiş Türklerin ve çocuklarının parçalanmış hayatlarıya ilgili çok şeyin farkına varmaya başladım.  Ve Meltem Soğuk Stropoli; senin kitabını ilgiyle okudum: Yeşil Mavi Hayat!.. Farkındalık kazandıran, düşündüren ve seçimlerimizi hatırlatan, insan için ve insana ait çok özel kitaplardan…

Biraz da hikaye ile bilgelik karışık olursa ilginç buluyorum. Örneğin Elif Şafak’ın Aşk romanı tasavvuf açısından da edebiyatımız için iyi bir örnek oldu, dünyada pek çok kişinin zihnini açtı. Tabii bir de neredeyse 15-20 yıldır ara sıra açıp okuduğum Filibeli A. Hilmi’nin kitabı Amak-ı Hayal’i hala severek okurum.  

Bu güzel sohbet için çok teşekkürler Şefika. İkinci kitabınla buluşmayı merakla bekliyoruz. 

Davetin, ilgin ve özellikle ilham aldığını belirttiğin için ben çok teşekkür ederim Meltemciğim. 

Haberin Devamını Oku

Avrupa

ÇOCUK SAHİBİ OLMAYAN KADINLARA ÖDÜL VERİLMESİ GEREKTİĞİNİ SAVUNUYORUM

yazar

Yayınlayan

on

By

Verena E. Brunschweiger Köşe Yazısı
Almanya, 09.01.2025

Çok Fazla İnsan, İyi Yaşamı Tehdit Ediyor
Alman yazar Verena Brunschweiger, çocuk sahibi olmayan kadınlara ödül verilmesini öneriyor.

Brunschweiger, İsviçre Nau’deki köşe yazılarında düşük doğum oranlarının bir endişe kaynağı değil, bir sevinç kaynağı olması gerektiğini vurguluyor.
“Doğum oranlarının düşük olmasını kutlayın!” (Celebrate low birth rates) sloganı, Portekiz ve Hollanda’da sokaklarda görülebilirken, Almanca konuşulan dünyada pek anlaşılabilir bir olgu olarak karşılanmıyor.

Azalan Nüfus Bir Şanstır
İngiliz ekonomist ve üniversite öğretim üyesi Adair Turner, sayımızın azalmasının bir nimet olduğunu yazdı. Otomasyonun artması ve makinelerin insanlar yerine iş yapması, bu düşüncenin ana dayanağını oluşturuyor.

Brunschweiger, düşük doğum oranlarının pek çok konuda olumlu etkiler yaratacağına dikkat çekiyor ve bu olgunun Almanca konuşulan ülkelerdeki katı savunmalarla karşılaştığını belirtiyor.
“Gerçek sürdürülebilirlikten” bahsedebilmek için nüfus artışını durdurmanın gerekliliğine dikkat çekiyor.

Nüfus Artışı Krizleri Şiddetlendiriyor
Avustralya’da yer alan “Commission for the Human Future”, nüfus artışının, 21. yüzyılın büyük krizlerini daha da şiddetlendirdiğini vurguluyor: kaynak kıtlığı, türlerin yok oluşu, habitat kaybı, çevre kirliliği, iklim değişikliği, savaşlar ve hastalıklar.

Brunschweiger, dünya çapında kaynakların tükenmesiyle birlikte, batı toplumlarının daha az kaynak harcaması gerektiğini savunuyor. Ayrıca, iklim değişikliği nedeniyle Batı’nın daha az kaynak tüketmesi gerektiğini, çünkü küresel Güney’deki ülkelerin zaten çok az kaynak tükettiklerini belirtiyor.

Çocuklar ve Emeklilik Sistemi
Çocukların emeklilik sistemi için gerekli olduğu fikrinin bir yanıltmaca olduğunu söyleyen Brunschweiger, pek çok sağcı görüşlünün bu görüşü savunduğunu belirtiyor. Ancak, sadece çocukların sayısını artırmak, ilerleyen yıllarda çevresel felaketi engellemeyecek.

Sürdürülebilir Bir Gelecek İçin Çocuk Sahibi Olmayan Kadınlara Ödül
Brunschweiger, 2019’da ortaya attığı ve “Club of Rome” tarafından 1970’lerde önerilen bir fikirle, her çocuk sahibi olmayan kadına 50 yaş günlerinde ödül verilmesini talep ediyor. Bu ödül, Dünya’nın korunmasına katkı sağlayan bir eylem olarak görülecek ve üreme sorumluluğu taşıyan kadınlar ödüllendirilecek.

Sonuç: Düşünmek ve Tartışmak
Yazar, toplumun yaşlanan nüfusu ve sürdürülebilir yaşam için bu gibi ödüllerin gerekliliği üzerinde duruyor. Ancak, yaşlanan bir toplumun yalnızca olumsuz bir şekilde algılanmasının, toplumda yaşa dayalı ayrımcılığı körüklediğine dikkat çekiyor.

Brunschweiger’ın düşünceleri, herkes için farklı tepkiler yaratabilir.

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

YENİ YIL GELDİ HOŞ GELDİ !

yazar

Yayınlayan

on

EE HADİ ŞİMDİ NE OLACAK?

Hemen her yıl hep bu şekilde başlıyor bence…

Yılın son günlerinde acayip bir heyecan, dilekler, ritüeller, dualar, umutlar, çok şükür bu yıldan kurtuluyoruz nidaları…

Sonra büyük coşkuyla o beklenen yıla girilir. Bazıları çok eğlenceli, bazıları kederli, bazıları her günün akşamına benzer…

Ama bir şekilde içten içe hep bir beklenti vardır : ‘’Bu yıl her çok güzel olacak.’’

Sonra sabah olur, herkes uyanır, eline telefonunu alır, haberlere bakar ve hoop hiçbir şey değişmemiş. Sürpriz….Yeni güzel hiç bir şey yok… Dünya hala aynı…

Aptalca güç savaşları, para, su, enerji, sonsuz yaşam isteği, gençlik, güzellik artık adını siz koyun.. Tek tek veya hepsi birden istendiği için devam eden kavgalar..

Bir sürü insanı, ona biçilen sınırlı ömürden önce öldürme çabası hiç bitmez insanoğlunda… Halbuki, herkes bir gün ölecek, sana verilen ömrün keyfini sür, başka canlıya zarar vermeden, elindekilerle ne yapabileceğine bir bak…

Bir gün bir arkadaşım anlatmıştı, gerçek ve traji komik bir hikaye… Göl kenarına yakın bir yerde yazlık ev almışlar ve önlerinde de acayip sazlık var. Babası çok ciddi para harcayıp o sazlıkları temizletmiş, adamlar tutmuş, nakliyeler, çöpe götürme vs.vs. Ev kadar para harcadık şu işe diye de sık sık tekrarlar dururmuş. Ciddi olarak ekonomik krize girmiş vs.vs Aradan zaman geçmiş, yakınlardaki arsayı birileri almış ve onlarda oraya ev yaptıracaklar diye beklerken, onlar o sazlıkları kendi iş alanları haline getirip, ihraç etmişler, bir sürü işte kullanılıyormuş o sazlıklar… Sonrasında da çok ciddi birikim yapmışlar, üzerine bir de ev de kondurmuşlar.

Aslında o arkadaşım bana anlatırken, babasının şansızlığından dem vurarak anlatmıştı. Babasını kaybetmişti vs. Ama hikayeyi dinleyince bende farklı tesir yaptı. İnsan bazen elindekilerle ne yapacağını bilemiyor. Hem enerjisini boşa harcıyor, hem de kendisini mutsuz ediyor. Oysa elimde bu var, ben bununla ne yapabilirim diye farklı bakış açısıyla düşünse, farklı sonuçlara gidebilir. Bu hikayeden bunu çıkardım diye, her an bunu yapabildiğim sanılmasın. Ama zaman zaman hatırlayıp yapmaya çalışıyorum. Ne zaman bunalsam, sazlıkları hatırlıyorum, birine dert, birine derman olmuş.

Yunus Emre’nin dediği gibi: ‘’Derdim bana derman imiş’’

Yeni yıla girdik, umut dolu bir yazı olsun, hani dünyada her şey aynı çirkinlikte ilerliyor diye enseyi karartmayalım yazısı yazayım dedim. Haber kaynakları, haber değeri olduğu için negatif haber- pozitif haber diye ayıramıyor tabii, hepsini yayınlıyor doğal olarak. Ancak sürekli bu haberlere maruz kalınca insan ister istemez, bazen umudunu kaybedebiliyor. Böyle zamanlarda hemen toparlanarak, sazlıkları hatırlayalım…Tek tek hepimiz dünyayı daha güzel bir yer haline getirebilmek için de, önce içimizi temizleyelim, hem fiziken hem ruhen sonra da dolaplarımızdan başlayalım, sonra evimizi, sonra kapımızın önünü.. Ve Sezen Aksu’nun dediği gibi gülümseyelim…

Gülümse, hadi gülümse bulutlar gitsin,

Yoksa ben nasıl yenilenirim? Gülten Yazici Dülger

Haberin Devamını Oku

Trendler