Sosyal Medya

Köşe Yazıları

HAYATINIZ ROMAN OLSA

yazar

Yayınlayan

on

HEYECANLA OKUR MUYDUNUZ ?

Ben bu soruyu sıklıkla kendime sorarım. Acaba hayatım roman olsa okur muydum?

Daha da önemlisi, hayatım roman olarak yazılsa, öncelikle ne tür bir roman olurdu?

Beni iyi tanıyan herkesin diyeceği gibi, benim hayatım roman olsa ‘’Macera Romanı’’ olurdu. Buna nerdeyse eminim. Sakın bunu kendine her hangi bir paye verirmiş gibi söylediğim sanılmasın. Sadece kendim için değil, bunu tanıdığım bazı insanlar için de söyleyebilirim.

Kendim için söylememin sebebi, sadece yaşadığım onca, tuhaf-ilginç- iyi- kötü dönem-olay-iş-güç için değil. Benim kişiliğim gereği yaşadığım her şeyin bir hikayesi var. Daha doğrusu var-mış. Bunu fark etmem çok uzun yıllarımı aldı. Gerçi kendi kendime de keşfetmedim. Birilerine bir şeyleri anlatırken, yakınlarda fark ettim. (O da ayrı hikayeJ)

Mesela bizim evimizdeki her eşyanın, giydiğim her kıyafetin bir hikayesi var. Bir şeyi öylesine hiç almamışım. Ya da alırken her şeye bir hikaye eşlik etmiş. Ama bunu, o an fark etmemişim. 

Zaten fark ederek yapsam, bir hikaye yaratmak çok zor olurdu. Kendiliğinden oluvermiş. İsviçre’ye ilk taşındığımızda, evi kiralamamızın bir hikayesi var, başlı başına roman. Her şey aşırı tesadüf ve tuhaf denecek kadar şans ve milim kaysa başka bir hikaye olacak kadar ince detaylara sahipJ Bir gün onu da yazarım.

Fark edişlerimin çoğunluğu da, İsviçre’ye taşındıktan sonra olmaya başladı. İstanbul’da yoğun yaşamanın koşuşturması içinde, bir şeyleri fark edebilenlere, gerçekten büyük aferin. Kolay değil çünkü.

Tabii böyle söylerken, çok keyifli, çok güzelmiş gibi geliyor. Oysa kısacık yaşadığın bir hikayeyi, azıcık çekip uzattığında, içinde ne kadar çok stres, korku, üzüntü, acı barındırdığına şaşırabiliyor insan. Yani sonuç, yüzde dingin bir gülümseme oluşturuyor, ne güzel. Ancak her gülümseme, diğer taraftan içinde birçok farklı duyguyu barındırıyor. Bu belki bazılarına tuhaf gelebilir, (tuhaf olmadığımı hiç söylemedim) bana izafiyet teorisini hatırlatıyor. Yani bilimsel olarak belki zorlama olabilir, ancak benim baktığım şekliyle hatırlatıyor. Fizikçi ve bilim insanı değilim, canım neyi isterse onu hatırlasın, ne yapayım, hatırlatıyor, kimse de engel olamaz, doğru ya da yanlış. Yani gülümsüyorum ve o gülümseme zamanda o anda oluyor, ancak o zamanı çekip uzatsam, içinden başka duygularda çıkıyor. Lütfen izafiyet teorisini benim söylediğim şekilde anlamaya çalışmayınJ Değil çünkü. Ben sadece hatırlatıyor dedim.

 Okurken heyecanlı bir roman çok keyif verebilir. Elinizden bırakmadan okumak ve neler olduğunu öğrenmek istersiniz. Roman kahramanının hayatı nereye doğru evrilecek, neler olacak vs.vs. Yaşarken bu o kadar keyif vermeyebiliyor. Sadece durup, düşününce ve yaşadıklarınızı sadece bir romanmışçasına dışardan baktığınızda, sizi zamanında yerlerde süründürüp, diplere batıran şeyler bir anda, heyecanlı bir roman için, olmazsa olmazlar olarak görünebiliyor.

Tabii bunu her zaman bu kadar dinginlikle, yüzünüzde o romanın kahramanının tatmin duygusuyla yaşamıyorsunuz. Çoğunlukla, kendinizi, biraz etrafınızı, biraz olan olayları, biraz şansızlığınızı falan sorgulamayı bıraktığınızda görüyorsunuz.

Bu yazıyı yazarken niyetim, okuyanlarda kendi hayatlarına bu şekilde bakabilme olasılığı yaratabilir miyim düşüncesi… Acaba siz de hayatınıza bu açıdan bakabilir misiniz? Baktığınızda, hayatınızın romanı yazılsa ne tür roman olur, bunu düşünebilir misiniz? Merak ediyorum acaba ne tür romanlar çıkar? Ne tür roman kahramanları…

Hepimiz kendi romanımızın kahramanı mıyız? Aslında burada kahraman deyince, hani bir şeyleri başarmış bir ‘’Kahraman’’ hayal etmeyin. O anlamda söylemiyorum. İlla bir şeyleri en iyi şekilde yapmış olmak gerekmiyor. (Bunu da yeni anladım) Sadece yazılan romanın ana karakteri olmak gibi düşününün. Yani bir romanda bir sürü karakter olur. Ama bir karakterin gözünden olaylar ve diğer karakterler anlatılır. Yani kahraman yerine baş karakter demek belki daha doğru. Ama ben kahraman demeyi sevdim sanırım, kendi romanımızın kahramanı olamayacaksak ne anlamı var. Şu hayatta en azından kendi romanımızda kahraman olalım, ne dersiniz?

Edebi olarak baktığımızda roman türlerinde farklı sınıflandırmalar var. Ancak ben daha önce de dediğim gibi, o kadar kesin kurallar içinde değerlendirmiyorum. Yani siz de romanınızı kendiniz bulduğunuz bir kategoriye dahil edebilir siniz. Ya da ne bileyim farklı birkaç kategoriyi içinde barındırabilir. Romantik, macera, polisiye, bilim-kurgu ya da masal veya hikaye de diyebilir siniz… Madem kahraman biziz, kendi tarzımıza da kendimiz karar verelim. Şu hayatta bu kadar özgürlüğümüz olsun .

Ne dersiniz? Buldunuz mu kategorinizi ?

Romanınız heyecanlı mı? Yeniden yazsanız nasıl yazar dınız? Bakın bu da bambaşka yepyeni bir roman konusuJ Oturup romanımızı yeniden yazsak aynı mı yazardık? Ben bu hafta bunu düşüneceğim, cesaretimi toplarsam, farklı versiyonunu yazarım belki… Ama sır olarak…

Siz ne kadar cesur olabilirsiniz bu konuda??
Kafalarda onlarca soru…
Her gün, yeniden yazma şansımız olan romanlarımızı yazacağımız, harika günler olsun.

Herkese bol ilhamlı iyi haftalar…

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Genel

Aslında bu hayattaki tüm korkumuz yalnızlık olabilir mi?

yazar

Yayınlayan

on

Belki de başlıktaki ifadeyi iddialı buldunuz. Öyle ise gelin biraz birlikte düşünelim yalnızlık korkusu üzerine.

Bu hayatta öğrendiğimiz tüm sosyal kalıpları anımsayalım: arkadaşlar ediniriz, sevgililerimiz olur, çalışırız, sosyalleşiriz, evleniriz, çocuk sahibi oluruz; hatta bir çocuk yetmez der, başka çocuklarımız da olsun isteriz. Kısaca bu hayata geldiğimiz andan itibaren yaşama uyumlanmak adına pek çok eylemde bulunuruz.

Yaşama uyum sağlayamamak, yabancılaşmak ve yalnızlık… Hayatının bir döneminde dahi olsa bundan korkmayan olmuş mudur? Çocuklukta herkes teneffüste birlikte oynarken sınıfın bir köşesinde tek başına oturan hüzünlü öğrenci. Ya da hiç arkadaşı olmadığı için sürekli odasında tek başına oynayan çocuk. Bu görüntüler adeta sorunlu geçecek bir hayatın başlangıç fotoğrafları gibi geliyor, değil mi?

Sevdiklerimizi kaybetmek ise hemen hemen hepimizin en büyük korkularından biridir. Küçükken zaman zaman gördüğüm bir rüya vardı; annem veya babam değişik kazalarda birdenbire ölürlerdi. Rüyaların o ölçülemeyen hızında gerçeklik duygusunun sapmasıyla birlikte yaşadığım paniğin ardından, uyanıp da sadece bir rüya olduğunu anladığımdaki rahatlama dünyalara bedel olurdu.

Bu hayatta yalnız kalmamayı hedeflemek daha çocuk yaşlarda kodlanmış bir duygumuz. Var olan diğer korkularımız yetişkinliğe doğru ilerledikçe azalabilse de, yalnızlık korkusu hiç değişmiyor. Hatta belki de yaşlandıkça artabiliyor. Bize yanlış evlilikler yaptıran, toksik ilişkileri ve arkadaşlıkları sürdürten, çocuk sahibi olma kararımızı etkileyen, kibar olmak ve onaylanmak adına içimizden farklı düşünürken ağzımızdan başka yorumlar çıkmasına sebep olan, hatta onaylamadığımız olayları veya eylemleri dahi bazen sineye çektirtebilen bir korku bu. Üstelik epeyce de sinsi. Hiç farkettirmese bile gölge gibi peşimizden gelir ve üzerimizdeki gücü bizi tamamen yanlış hayatların başrol oyuncusu yapmaya kadar varır!

Sonuca baktığımızda doğru olmayan evlilikler bizi mutsuz eder veya toksik arkadaşlıklardan şikayet eder bir türlü bitiremeyiz. Yaşlılıkta yalnız kalmamak için çocuklar yapar, sonra onlar kendi hayatlarına uçup bize ilgilerini azaltınca hayal kırıklıklarıyla dolu mutsuz yaşlılara dönüşürüz.

Hepimiz sevilmek isteriz

Romanlarını çok sevdiğim Sabahattin Ali, eşi Aliye’ye yazdığı mektuplardan birinde şöyle der: “Sonra muhakkak sevilmek ister insan, bunun için de başkalarını sever. Düşün, dünyada yalnızlık kadar feci şey var mıdır? Tabii yalnızlıktan kafa yalnızlığı kastediyorum, yoksa dünya bir sürü kuru kalabalıkla dolu…”

Sevilme ihtiyacı bu dünyada varolduğumuz sürece bizimle olan bir özelliğimiz. Sevilmeme endişesinin özünde yatan ise yine yalnız kalma korkusu. Terk edilmek, istenmemek…İnsanın bir kez başına geldiğinde belki de hayat boyu etkisi geçmeyen, sonradan kurulan ilişkileri ve yaşamı şekillendiren tecrübeler.

“Senden artık hoşlanmıyorum.”

Martin McDonagh’ın İrlanda kırsalında geçen etkileyici filmi The Banshees of Inisherin’de Colm, eski dostu Pádraic’e bir gün gelip ansızın böyle der. Filmin açılış sahnesidir bu. Tüm film boyunca Pádraic’in koygun hayal kırıklığına, dostunu tekrar kazanma ve sevilme çabasına şahit olurken, onun derin üzüntüsünü izleyici olarak adeta biz de hissederiz. İster arkadaştan, ister sevgiliden olsun insanın istenmemesi, hele de artık sevilmediği için yalnızlığa terkedilmesi yıkıcı bir güce sahip. Yalnızlığa yüklediğimiz anlam ne kadar büyükse, yıkıcılığı da o kadar güçlü oluyor.

Varoluşçu psikolog ve yazar Rollo May’e göre yalnızlık çoğunlukla güçlü ve acı verici bir tehdit olduğundan çoğu insan tek başına olmanın olumlu yanlarını göremez. Birey olma deneyimini ilişkilerimizde bir anlamda bize ayna görevi gören diğer kişilerle ilişkilendirerek gerçekleştiriyoruz, ki bu aslında oldukça sağlıklı bir durum. Ancak asıl olan, yalnız kaldığımızda da birey olma deneyimini yitirmekten korkmamak ve kendimizle başbaşa kalmaktan kaçmak adına gürültüye ve aktivitelere sığınmamak. Kişiler arası yalnızlıktan kaçarken farketmeden kendi iç dünyamızdan kopup kendi benliğimizle olan yalnızlığa takılıyoruz. Oysa varoluşsal yalnızlığımız ancak kendimizi keşfederek azalabilir ve yalnız olma hali sayesinde “benliğimiz” oluşur.

Bir de bırakın korkmayı, yalnız olmayı tercih edebilme durumu var ki işte o zaman, yalnızlık yalnızlık olmaktan çıkıp “kendiyle başbaşa olma” keyfine dönüşüyor ve insanı zenginleştiren, geliştiren bir kavram haline geliyor. Üstelik yalnızlığın kaçınılmazlığını ve üzerimizdeki olumlu etkisini kabul ettiğimizde ilişkilerimiz de endişelerden arındığı için anlam kazanıyor ve derinleşiyor.

Tercih ettiğinizde tek başınalığın keyfini çıkarmanız temennisiyle, harika bir hafta olsun!

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

BVG REFORMU: İSVİÇRE’DE REDDEDİLEN TEKLİF NE ANLAMA GELİYOR VE ARDINDAN NE OLACAK?

yazar

Yayınlayan

on

Haber: Cemil Baysal

22 Eylül 2024’te yapılan referandumda, İsviçre halkı BVG reformunu güçlü bir şekilde reddetti. Bu durumun ne anlama geldiğini merak edenler ”bilen varsa anlatsın’ diye yorumlayanlar için açıklamak gerekirse, sonuçlar oldukça net. 22 Eylül 2024 tarihinde yapılan referandum, İsviçre’de bir kez daha emeklilik sistemine yönelik reform çabalarının başarısız olduğunu gösterdi. Sonuçların kesinleşmesi beklenirken, halkın BVG reformuna verdiği güçlü red, sol siyasi partiler için bir zafer olarak nitelendiriliyor. Ancak bu zafer, aynı zamanda onların kendi hedeflerine de zarar vermiş durumda.

Reformun Reddedilmesinin Anlamı

İlk olarak, halk, yaşam beklentisinin artmasına paralel olarak dönüşüm oranının %6,8’den %6’ya düşürülmesini içeren değişikliği bir kez daha reddetti. Bu durum, çalışanların yeni emeklilerin yüksek maaşlarını sübvanse etmeye devam edeceği anlamına geliyor; ancak bu sadece zorunlu sigorta kapsamında yer alan çalışanları etkileyecek. Bu grubun oranı ise yalnızca %12 ile %14 arasında.

İkinci olarak, sol partiler, bu sübvanse sisteminin devamını sağlamak adına, diğer önemli hedeflerinden vazgeçmeyi kabul etti. Özellikle, part-time çalışanlar ve düşük gelirli bireyler için sistemdeki iyileştirmeler, parlamentoda daha fazla tartışılacak ve bu da zaman kaybına yol açacak.

Ekonomik Denge Sorunu

Reformun reddedilmesiyle, emeklilik birikimlerinin kariyer boyunca daha dengeli bir şekilde dağıtılmasına yönelik öneriler de rafa kaldırılmış oldu. Bu öneri, daha yaşlı çalışanlar için düşük, gençler için ise yüksek kesintiler öngörüyordu. Dolayısıyla, yaşlı çalışanların işverenler için maliyetli olma durumu devam edecek.

Nedenler

BVG reformunun başarısızlığının en büyük sebebi, önerilerin karmaşıklığıydı. İkinci emeklilik sisteminin detayları, birçok kişi için anlaşılmaz hale geldi. Sendikalar bu durumu lehlerine çevirerek, “BVG’nin hüsranı” kampanyası yürüttü. Ayrıca, reform önerisi fazla karmaşık ve geniş kapsamlıydı. Parlamentonun önceki hatalarından ders alarak, iki ayrı emeklilik sistemini bir arada sunmaktan kaçınması önemli bir adım olsa da, öneri yine de birçok kişi için netlikten uzaktı.

Finansal piyasalardaki olumlu durum, emeklilik fonlarının referandum sırasında iyi bir durumda olmasını sağladı. 2024 yılının ikinci çeyreğinde özel emeklilik fonlarının ortalama finansman oranı %120’nin üzerine çıktı. Bu da, mevcut sistemin hatalarının göz ardı edilmesine neden oldu.

Geleceğe Bakış

Referandum sonrası, emeklilik fonlarının yeni politikalar geliştirmesi bekleniyor. Ancak, düşük gelirli ve part-time çalışanlar için reform ihtiyacı devam ediyor. Parlamentoda bu konunun tekrar ele alınması öngörülse de, ekonomik kesimden gelecek muhalefet bu süreci zorlaştırabilir. İşverenlerin mevcut durumu koruma isteği, reform önerilerinin önünde bir engel oluşturabilir.

Sonuç

İsviçre halkı arasında emeklilik maaşlarındaki sübvanse sisteminin desteklenmesine dair görüşler hâlâ olumlu. Ancak, bu durumun anketlerdeki verilere dayandığı unutulmamalı. Sonuç olarak, son yıllarda yapılan birçok referanduma rağmen, İsviçre’nin sosyal sigorta sistemleri ve özellikle BVG, hâlâ birçok kişi tarafından tam olarak anlaşılamıyor.

Sonuç olarak, BVG reformunun reddi, emeklilik sisteminin karmaşık yapısının ve halkın bu konudaki bilgi eksikliğinin bir yansıması. Gelecek için belirsizlik sürerken, İsviçre’nin emeklilik politikaları, daha fazla tartışmaya ve yeniliğe ihtiyaç duyuyor.

#BVG #Reform #İsviçre #Emeklilik #SosyalSistem #KöşeYazısı #isviçredehayat #schweiz #suisse #svizzera #switzerland #schwiiz #bvg #pensionierte #rentner

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

HAYATIMIZIN HER ALANI PATLAYICILARLA MI DOLU?

yazar

Yayınlayan

on

Köşe Yazısı: Cemil Baysal

Teknolojinin hızla ilerlemesi, hayatımızı adeta baştan aşağı değiştirdi. Konfor ve kolaylık sunduğu her yenilik, kimi zaman göz ardı ettiğimiz ciddi riskleri de beraberinde getiriyor. Lübnan’da direk internet bağlantısı olmayan eski model çağrı cihazlarının patlatılması, teknoloji dünyasının karanlık yüzünü gözler önüne serdi. Olayın arkasındaki nedenler hala tartışmalı; kimi uzmanlar bu patlamaların siber saldırılardan kaynaklandığını öne sürerken, kimileri başka sebeplerden bahsediyor. Bizim konumuz ise siyaset ve terör değil, güvenlik. Bu tür olaylar, teknolojinin getirdiği risklere dair farkındalığımızı artırmalı ve güvenlik konusundaki ciddiyetimizi pekiştirmelidir.

Günümüzde savaşlar, sınırları aşmadan, uzaktan yapılan saldırılar ve sistem manipülasyonlarıyla yürütülüyor. Artık savaşlar, fiziksel çatışmalardan ziyade, siber saldırılar ve teknolojik manipülasyonlarla gerçekleştiriliyor. Bu yeni savaş yöntemleri, teknolojinin getirdiği risklerin boyutunu ve ciddiyetini gözler önüne seriyor. Teknolojinin, savaş stratejilerinin merkezine oturduğu bu dönemde, riskleri görmezden gelmek neredeyse imkansız.

Cep telefonları, hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Her an yanımızda taşıdığımız bu cihazlar, tıpkı çağrı cihazlarının patlatılmasında olduğu gibi, siber saldırılara açık. Hepimizin cebinde birer potansiyel patlayıcı tehlike taşıdığını bilmek zorundayız. Telefon şirketlerine yapılacak bir siber saldırı, cihazlarımızı aşırı dozda sinyalle hedef alarak büyük zararlar verebilir. Bu ihtimal kulağa korkutucu gelebilir, ancak siber güvenlik önlemlerinin hayati önem taşıdığını anlamamız için yeterli bir neden.

Şoförsüz araçlar, teknolojinin sunduğu en heyecan verici yeniliklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu araçlar da siber saldırılara karşı savunmasız olabilir. Örneğin, bir kurum veya ülke, bu araçları uzaktan hackleyerek büyük bir tehlike yaratabilir. Hedefteki bir kişi, bu araçları internet üzerinden sipariş ettiğinde, kötü niyetli kişiler bu araçları hackleyip havaya uçurabilir. Şoförsüz araçların hacklenmesi, tehlikeli ve potansiyel olarak ölümcül sonuçlar doğurabilir. Şu anda amatör çapta bile olsa çok kişinin elinde bulunan droneler, kötü amaçlarla kullanılma potansiyeline sahip. Teknolojinin getirdiği bu riskler, güvenlik önlemlerinin ne kadar önemli olduğunu bize hatırlatıyor.

Yakın gelecekte hayatımıza girmesi beklenen robot kuryeler, benzer tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Bu kuryeler, hacklenip kötü amaçlarla kullanılabilir; bir kişinin evine gönderilerek bir bomba gibi işlev görebilir. Teknolojinin sağladığı konforun yanı sıra, bu tür riskler, güvenlik tedbirlerinin önemini vurguluyor.

Güvenlik kameraları, akıllı ev sistemleri, mutfak aletleri, hava temizleyiciler, klimalar ve bahçe sulama sistemleri gibi akıllı cihazlar, internet veya Bluetooth üzerinden kontrol edilebiliyor. Buzdolabındaki yiyecekleri cep telefonumdan görebilmek, evimin içini yatak odasına varana kadar her odasını tatildeyken uzaktan takip edebilmek, çoğumuzun övündüğü bir özellik olabilir. Ancak, sizin gördüğünüzü başkalarının da görebileceğini unutmamalıyız. Yani, buzdolabını uzaktan kontrol edebilmek, kötü niyetli kişiler için de bir fırsat olabilir.

Artık teknoloji yatak odamıza kadar girmiş durumda. Yatarken bile kapalı kameraların açılabileceğini veya etraftaki sesleri dinleyebileceğini, gözetim altında olabileceğimizi biliyoruz. Lübnan’daki saldırı, pilli cihazların bile patlatılabileceğini gösterdi. Güvenlik kameraları, akıllı ev sistemleri, mutfak aletleri ve diğer cihazlar, uzaktan kontrol edilebilen ve hacklenebilen cihazlar arasında yer alıyor. Bu durum, ciddi güvenlik açıklarına yol açabilir ve bu tehlikeleri göz ardı etmememiz gerektiğini ortaya koyuyor.

Gelişen teknolojiyle yapay zeka (KI), internet ortamında ünlü kişilerin görüntüleriyle ve sesleriyle manipülasyon yapabilen kurgular oluşturabiliyor. Bu tür teknolojiler, pornografik içerikli videoların üretilmesinden, kişisel manipülasyonlara kadar geniş bir yelpazede kullanılıyor. Gelecek adına bu tür gelişmeler düşündürücü ve güvenlik risklerini daha da karmaşık hale getiriyor.

Sonuç olarak, teknoloji hayatımızı kolaylaştırsa da, siber güvenlik risklerini göz ardı etmemeliyiz. Teknolojiye mahrum bir yaşam sürme lüksümüz neredeyse yok. O halde, bu tehlikeleri önceden görmeli ve gerekli önlemleri alarak güvenli bir dijital yaşam sürmeliyiz. Teknoloji ne kadar ileri giderse gitsin, güvenliğimiz her zaman öncelikli olmalıdır. Teknolojinin sunduğu konforun tadını çıkarırken, güvenlik açıklarını da unutmadan, dikkatli ve bilinçli bir şekilde hareket etmeliyiz.

#Teknoloji #SiberGüvenlik #GüvenlikRiskleri #AkıllıCihazlar #YapayZeka #SiberSaldırı #TeknolojiRiskleri #Güvenlik #DijitalGüvenlik #YapayZekaManipülasyonu #GünümüzSavaşları #AkıllıEv #ŞoförsüzAraçlar #cemilbaysal #köşeyazısı #haber #gazete #gazeteci #isviçre #isviçreninsesi #isviçredemedya #isviçretürkmedyası

Haberin Devamını Oku
Reklam

Trendler