Köşe Yazıları
AMA EL ALEM NE DER? MAHALLELİLER NE DÜŞÜNÜR? VE HAYATIN GERÇEKLERİ
İnsanlar, bazen kendi hayatlarını yaşamak yerine başkalarının hayatları hakkında düşünmeyi alışkanlık haline getirebiliyor. “El alem ne der?” düşüncesi, her anımızı, kararımızı, hatta ruh halimizi şekillendiren bir kaygıya dönüşebiliyor. Kimi zaman içimizdeki sesin önüne geçiyor, kimliğimizi bile sorgulamaya başlıyoruz. Oysa gerçek şu ki; bu hayatta en değerli şey, kendi yolumuzu bulabilmektir. Fakat toplumsal baskı, önyargılar ve dedikodular, birçoğumuzu yaşamaya, hayal ettiklerimizi gerçeğe dönüştürmeye engel oluyor.
Önyargılar ve Dedikoduların Gölgesinde Yaşamak
Her birimiz, çevremizden gelen yargılarla bir şekilde mücadele ediyoruz. Kimisi, başkalarının hayatını şekillendirme hakkını kendinde buluyor, kimisi de sürekli başkalarının hayatı hakkında dedikodular yaparak kendi eksikliklerini örtbas etmeye çalışıyor. Bu, bir tür savunma mekanizması belki de. Kendini, başkalarının yaşamına duyulan ilgiyle meşgul etmek, bir anlamda gerçek sorunlardan kaçmak gibi bir şey. Halbuki herkesin yaşamı kendisine özeldir ve biz, başkalarının hayatı hakkında ne kadar çok konuşursak, o kadar az kendi hayatımızı yaşayabiliriz.
Hayatın İçinde Olmak ve Seyirci Kalmamak
Bazen, hayatın akışında olmak yerine, pencereden bakmak daha kolay gelir. Çünkü başkalarının hayatlarını yargılamak, seyretmek, eleştirmek, aslında bizim kendi korkularımızı ve kaygılarımızı gizleme şeklimizdir. Birçok kişi, “el alem”in ne düşündüğünü önemseyerek, kendi yolunu bulmaktan uzaklaşıyor. Oysa hayatın içinde olmak, cesaret ister. İstediğimiz gibi yaşamak, istediğimiz gibi olmak, sadece kendi içsel özgürlüğümüze bağlıdır.
Kıskanmak, Çekememek ve Başkalarını Yargılamak
Kıskanmak, aslında bir eksiklik hissinin dışavurumudur. Başkalarının başarılarını, mutluluklarını ya da yaşamlarını kıskanmak, kendi eksikliklerimize odaklanmaktan kaçmaktır. İnsanlar birbirini yargılarken, çoğu zaman kendi potansiyellerinin farkında bile değildir. Kendi hayatını yaşayamayan, başkalarının hayatını küçümseyerek kendi varlığını hissettirmeye çalışır. Ancak bu, sadece bir illüzyondan ibarettir. “El alem” derken, aslında kimse yoktur. Kimse, senin hayatını tam olarak bilemez ve yargılayamaz. Yargılayacak olan tek kişi sensin.
Zamanla Kaybolan “El Alem”
Günler geçer, aylar geçer, yıllar geçer… O “el alem” dediğimiz kişiler bir şekilde hayatımızdan çıkar. Kimse kalmaz. Geride sadece kendi yaşamımız kalır. “El alem” diye bir şey yoktur. Yıllar sonra, o insanları, o bakış açılarını, o dedikoduları hatırlamak bile istemeyiz. O zaman fark ederiz ki, biz kendimize ne kadar değer verdiğimizi, kendi hayatımızı yaşamak için ne kadar cesaret gösterdiğimizi, başkalarının ne düşündüğünden çok daha önemliymiş.
Hayat o kadar kişisel bir deneyim ki, başkalarının seçimlerine, giyimlerine, yaşam biçimlerine bakarak onları yargılamak, “el alemin” beklediği normlara sıkışıp kalmak ne kadar da acı verici. O “el alem” dediğiniz insanlar, kendi doğruları ve hayat biçimleriyle ne kadar özgürse, siz de o kadar özgürsünüz. Herkesin hayatını özgürce yaşama hakkı vardır; başkalarının yaşam tarzlarını benimsediğimizde ya da onlara laf ettiğimizde, aslında kendi iç huzursuzluğumuzu dışarıya yansıtmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Zaman değişiyor, evet. Ama insanın bir diğerine gösterdiği saygı da, zamanla evrilmeli. “El alem ne der?” sorusu, aslında hepimizin kendi özgürlüğümüzü ve seçimlerimizi başkalarının yargılarından bağımsız bir şekilde yaşamamız gerektiğini hatırlatıyor.
HAYATIN KÜÇÜK DETAYLARI ÜZERİNE YARGILAR
Onun Saçu, Onun Eteği, Onun Küpesi..
Ben çok el alem gördüm. “Onun saçı niye uzun?”, “Oğlunun küpesi neyin nesi?”, “Niye fistan giyiyor?”, “Etek giymek neden?”, “Niye mayo giyiyor, niye pantolon tercih ediyor?”, “Niye saçı açık?”, “Niye sakalı var, türbanı yok?”, “Niye türban takıyor, niye dekolte giyiniyor?”, “Onun kızı bir erkekle kafede ne işi var?”, “Oğlunun hangi kızla gezdiğini kim bilir?”, “Evli ama neden yalnız gezmeye gidiyor?”, “Bekar bir kız, erkekle kafede ne işi var?”, “Discoda gördüm ne işi vardı orada?” ya da” dün onu alkol içerken gördüm” gibi gibi. Veya iki dedikoducu kafadar bir araya çay içmeye gelince muhabbetin dibine vururlar!” Boşanan, evlenen, taşınan, hangi işte kim çalışıyor, kim işten çıkmış… Köyde, şehirde, ülkede ne varsa bir muhasebesini yaparlar. Cemil lüks yaşar lüks araba alır, para harcar, bu parayı nereden buluyor? Cemil kısıtlı yaşar, kazandığı parayı ne yapıyor, neden parası yok? Kim neye para harcıyor, nereden buluyor? Ya da kimin neden hiç yaşamadığını, hangi adımları atıp hangi yolda ilerlediğini sorgularlar. Bu soruları duyduğumda, bazen insanların hayatın küçük ayrıntılarıyla bu kadar meşgul olmalarına hayret ederim.
Peki, ne oldu? Bir zamanlar “garip” görülen her şey, zamanla kabul edilirken ne değişti? Bütün bu yargı ve tahammülsüzlükle, aslında hayatın ne kadar da kişisel bir alan olduğunu anlamak çok basit. Her birimizin hayatına dokunan, kimseye zarar vermeyen tercihleri üzerine bu kadar kafa yormaya ne gerek var? Kim ne giyer, ne yer, ne yapar, kiminle zaman geçirir… Bu, bizim dışımızda kimsenin mesele etmemesi gereken bir konu.
Ama bir zaman gelir, aynı şahısların torunları da tıpkı aynı adımları atmaya başladığında, işte o zaman “Devir dönmüş, zaman değişmiş” diyerek durumu geçiştirirler. Bu ne demek? Bir zamanlar “garip” olarak görülen şeyler zamanla kabul görür, ancak bu insanlar başkalarının seçimlerini sorgulamaktan vazgeçmezler.
İronik olan şu ki, hepimizin yaşamına dokunan, kimseye zarar vermeyen tercihler üzerine bu kadar kafa yormaya gerek yok. Kim ne giymiş, ne yemiş, kiminle zaman geçirmiş; bu sadece o kişinin meselesidir. Her birey kendi hayatını özgürce seçme hakkına sahiptir ve başkalarının yaşam biçimleri hakkında laf etmek, aslında kendi iç huzursuzluğumuzu dışa vurmanın başka bir yolu olabilir.
Hayat, herkesin kendi tercihleriyle şekillenir ve kimseye hesap verme zorunluluğumuz yok. Devir değişse de, insanların birbirlerine saygı gösterme biçimi de değişmeli. “El alem ne der?” sorusu, aslında bizi kendi özgürlüğümüze, seçimlerimize ve yaşam biçimimize daha saygılı olmaya davet ediyor.
Sonuç olarak, hayat, başkalarının sözlerine değil, kendi iç sesimize kulak vererek yaşanmalıdır. “El alem”in, mahalledekilerin, alt ya da üst komşunun veya gittiğim mekanda beni görenlerin ne düşündüğü, biz bu dünyada var oldukça geçici bir hezeyandan başka bir şey değildir. Kendi hayatını yaşamak, içsel özgürlüğünü kazanmak, bir kişinin hayatındaki en değerli adım olacaktır. Geriye baktığında, “el alem” nerede kim, kimseyi hatırlamayacaksın, ama senin hayatının en güzel anları hep seninle kalacak.
Köşe Yazıları
YENİ YIL GELDİ HOŞ GELDİ !
EE HADİ ŞİMDİ NE OLACAK?
Hemen her yıl hep bu şekilde başlıyor bence…
Yılın son günlerinde acayip bir heyecan, dilekler, ritüeller, dualar, umutlar, çok şükür bu yıldan kurtuluyoruz nidaları…
Sonra büyük coşkuyla o beklenen yıla girilir. Bazıları çok eğlenceli, bazıları kederli, bazıları her günün akşamına benzer…
Ama bir şekilde içten içe hep bir beklenti vardır : ‘’Bu yıl her çok güzel olacak.’’
Sonra sabah olur, herkes uyanır, eline telefonunu alır, haberlere bakar ve hoop hiçbir şey değişmemiş. Sürpriz….Yeni güzel hiç bir şey yok… Dünya hala aynı…
Aptalca güç savaşları, para, su, enerji, sonsuz yaşam isteği, gençlik, güzellik artık adını siz koyun.. Tek tek veya hepsi birden istendiği için devam eden kavgalar..
Bir sürü insanı, ona biçilen sınırlı ömürden önce öldürme çabası hiç bitmez insanoğlunda… Halbuki, herkes bir gün ölecek, sana verilen ömrün keyfini sür, başka canlıya zarar vermeden, elindekilerle ne yapabileceğine bir bak…
Bir gün bir arkadaşım anlatmıştı, gerçek ve traji komik bir hikaye… Göl kenarına yakın bir yerde yazlık ev almışlar ve önlerinde de acayip sazlık var. Babası çok ciddi para harcayıp o sazlıkları temizletmiş, adamlar tutmuş, nakliyeler, çöpe götürme vs.vs. Ev kadar para harcadık şu işe diye de sık sık tekrarlar dururmuş. Ciddi olarak ekonomik krize girmiş vs.vs Aradan zaman geçmiş, yakınlardaki arsayı birileri almış ve onlarda oraya ev yaptıracaklar diye beklerken, onlar o sazlıkları kendi iş alanları haline getirip, ihraç etmişler, bir sürü işte kullanılıyormuş o sazlıklar… Sonrasında da çok ciddi birikim yapmışlar, üzerine bir de ev de kondurmuşlar.
Aslında o arkadaşım bana anlatırken, babasının şansızlığından dem vurarak anlatmıştı. Babasını kaybetmişti vs. Ama hikayeyi dinleyince bende farklı tesir yaptı. İnsan bazen elindekilerle ne yapacağını bilemiyor. Hem enerjisini boşa harcıyor, hem de kendisini mutsuz ediyor. Oysa elimde bu var, ben bununla ne yapabilirim diye farklı bakış açısıyla düşünse, farklı sonuçlara gidebilir. Bu hikayeden bunu çıkardım diye, her an bunu yapabildiğim sanılmasın. Ama zaman zaman hatırlayıp yapmaya çalışıyorum. Ne zaman bunalsam, sazlıkları hatırlıyorum, birine dert, birine derman olmuş.
Yunus Emre’nin dediği gibi: ‘’Derdim bana derman imiş’’
Yeni yıla girdik, umut dolu bir yazı olsun, hani dünyada her şey aynı çirkinlikte ilerliyor diye enseyi karartmayalım yazısı yazayım dedim. Haber kaynakları, haber değeri olduğu için negatif haber- pozitif haber diye ayıramıyor tabii, hepsini yayınlıyor doğal olarak. Ancak sürekli bu haberlere maruz kalınca insan ister istemez, bazen umudunu kaybedebiliyor. Böyle zamanlarda hemen toparlanarak, sazlıkları hatırlayalım…Tek tek hepimiz dünyayı daha güzel bir yer haline getirebilmek için de, önce içimizi temizleyelim, hem fiziken hem ruhen sonra da dolaplarımızdan başlayalım, sonra evimizi, sonra kapımızın önünü.. Ve Sezen Aksu’nun dediği gibi gülümseyelim…
Gülümse, hadi gülümse bulutlar gitsin,
Yoksa ben nasıl yenilenirim? Gülten Yazici Dülger
Köşe Yazıları
ZAMANSIZ MODA İKONLARI
05.01.2025
YAZAN VE HAZIRLAYAN: AYŞENUR DEMİRKAN
Moda İKONU KİMDİR?…
Moda ikonu ; giyimine, saçıyla, makyajıyla, konuşması, duruşuyla yaptığı uyguladığı her yenilik moda olan, kitleleri yıllarca peşinden sürükleyen, tarzlarıyla tarihe adlarını yazdıran ünlü kişilere denir.
Moda tarihine geçen ve bizlere ilham veren, zamansız moda ikonlarıyla zamanda yolculuk yapmaya başlıyoruz.
AUDREY HEPBURN
1950’lerin dünyaca ünlü Hollywood yıldızı Audrey Hepburn; kendisiyle bütünleşen şık, elegant giyim tarzıyla oyunculuğu kadar tarzıyla da tarihe adını yazdırmıştır.
Şık, elegant, zerafeti temsil eden tarzı dünyaca ünlü moda markalarının dikkatini çekmiştir. “ Breakfast at Tiffany’s” (Tiffany de Kahvaltı) filminde giydiği Givenchy’nin Audrey Hepburn için özel olarak tasarladığı “Küçük siyah elbise” siyle moda tarihine adını moda ikonu olarak altın harflerle yazdırmıştır. Yüzyıllar geçsede bütün kadınların Şıklık ihtiyacı için gardrobunda bir “küçük siyah bir elbise” mutlaka bulunması gereken eşsiz parça olarak kalacaktır.
GRACE KELLY
Hollywood yıldızı olarak parladığı 50’li yıllarda Akademi ödülü alan ünlü oyuncu Grace Kelly’nin zarafet içindeki giyim tarzının oluşmasında kısa bir dönem nişanlı kaldığı ünlü tasarımcı Oleg Cassini’nin etkisi olduğu söylenmektedir.
Daha sonra Monaco Prens Rainire ile evlenerek Hollywood yıldızlarından bir prenses’e dönüşen etkileyeci bir hayat hikayesi vardır. Zarafeti, sade şık tarzıyla ve özel yapım topuklu ayakkabıları onu zamansız moda ikonlarından biri yapmıştır. Hermes markası prenses adına “Hermes Kelly” isimli bir çanta tasarlamıştır. Zarif, asıl, sade şık prenses tarzıyla hâlâ günümüz kadınlarına ilham olmaya devam ediyor..
MARİLYN MONROE
Tarihe geçen en önemli moda ikonlarından biriside kesinlikle Marilyn Monroe’dur. Seksi kadın tanımının başlatan Marilyn Monroe sansasyonel hayatıyla olduğu kadar sarı saçları, kırmızı ruju, giydiği dekolteli elbiseleri ve döneminin şık ve seksi kadın imajını yaratmıştır. Hollywood’un lüks moda anlayışını kazandıran ve pahalı mücevherler, kürekleri, ipek elbiseleri, yüksek belli bikinisi gibi onunla bütünleşen pek çok parçayla yıllar geçsede hâlâ taklit edilen, hem tasarımcılara hem sanatçılara ilham veren bir moda ikonudur.
TWİGGY
60’lı yıllara damgasını vuran, uzun, yoğun takma kirpikleriyle dergi kapağı olduktan sonra yıldızı parlayan gerçek adı Lesley Hornby, 60’ların stilini belirleyen ünlü moda ikonu olmuştur.
Çok zayıf olduğu için Twiggy lakabıyla anılan ve süper model tanımını ilk kez kullanan modellerden biri olarak tarihe geçerek, ‘ It Girl ’ yani bir dönemi stiliyle, duruşuyla etkileyen tek genç kadın olarak moda tarihine geçen cok az kadından birisi olmayı başarmıştır.
PRENSEs DİANA
GALLER Prensesi Diana, hayatıyla olduğu kadar kendine özgü tarzıyla da insanları etkileyerek 1980’lerin ve 1990’ların moda trendlerini belirleyen bir moda ikonu olmuştur.
Prens Charles’la çalkantılı evliliğinin ilk yıllarında İngiliz kraliyet ailesinin yönlendirdiği tasarımcıların kıyafetlerini giysede ilerleyen yıllarda baş kaldırışının bir diğer göstergesiyle dünyaca ünlü moda markalarının kıyafetlerini giymeye başlamıştır. “İntikam elbisesi” adını verdiği straplez siyah elbisesi moda tarihine geçen en ironik parçalardan birisidir. Versace, Chanel, Ungaro gibi pek çok ünlü markayla işbirliği yapmıştır. 1990’larda ise artık modaya yön veren trendleri belirleyen bir moda ikonuydu. Saçı, makyajı, giydiği her kıyafet kadınlardan tarafından hayranlıkla takip edilmektedir. Günümüzde de hâlâ tüm moda severlerin ilham kaynağı olmaya devam ediyor ..
JANE BİRKİN
60’lı yılların “İt Girl” ü olarak anılan tarzıyla dönemin stil ikonu olan İngiliz model Jane Birkin; doğal güzelliği , sıradan ama kendine has sofistike tarzıyla moda ikonu olmayı başarmıştır.
Paris’li kız stilini modaya katan, mini ve transparan cesur elbisesiyle modaya öncülük etmiştir. Hermes markası “Hermes Birkin” adıyla onun için tasarladığı çantası, günümüzde de kadınların vazgeçilmez çanta tasarımlarından biri haline gelmiştir.
COCO CHANEL
Dünyaca ünlü moda markasının yaratıcısı Gabriel Chanel modaya yaptığı şapka tasarımlarıyla başlayan ve kadınların giyim tarzlarını değiştiren, moda sektörüne kattığı moda devrimleriyle tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır.
Moda tarihine geçen en önemli moda devrimleri;
- Kadınların pantolon giymesini sağlamıştır.
- Küçük siyah elbise
- Jarse kumaştan elbiseler tasarlamıştır.
- Yakasız ceketler
- Chanel etek ceket takımının yaratıcısıdır.
- İnci kolyeler
- El Çantası
Köşe Yazıları
Hayaller.Umutlar. Çocuklar. Yeni Yıl.
“Hayallerimiz yok oldu ve onları geri getirecek hiçbir şey yok…”
Bu cümle zihnimde defalarca kez tekrar edip duruyor. Tesadüfen internette gördüğüm bir videodan, Gazze cehenneminde gözlerinin pırıltısı sönmüş dünyalar güzeli çocuklardan birisinin sözleri. Peşinden gelen küçük kardeşi ile birlikte ellerindeki kendilerinden büyük su kaplarını zorlukla taşırlarken bu umutsuz kelimeler dökülüyor küçük kızın ağzından.
Sadece o küçük kız değil videodan zihnime kazınan…
10 yaşlarında bir erkek çocuğu “Her şeyden bıktım, ölüp dinlenmek istiyorum artık” diyor gözlerindeki keskin acıyı adeta dünyaya haykırarak.
Ağlamaktan gözleri şişmiş ve kızarmış olan kızıl saçlı güzeller güzeli kız çocuğu “Bize bunu neden yaptıklarını anlamak istiyorum. Çünkü insanlar annesi ve babası olmadan yaşayamaz, hayatımda ilk defa annem ve babam yanımda yok.” derken bir yandan ağlıyor.
Bacağını kaybetmiş o küçük kız yanındakiler onun elini tutarken tekerlekli sandalyesinde “Allahım ayağımı istiyorum” diye hıçkırıyor.
Videoyu seyrederken hissettiklerimin tarifi yok. Acı, çaresizlik ve çocukların dünyasını karartan, binlerce çocuğun yaşamını elinden alan hırs, güç ve siyaset kavramlarına duyduğum öfke birbirine karışmış durumda. İçim acıyor. Hiçbir şey yapamıyorum, elimden hiçbir şey gelmiyor.
Amaçsızca internette dolaşmaya devam ediyorum. Sosyal medya dünyasının ışıltılı tarafına girince korkakça bir “oh” çekiyorum sanki. Biraz önceki çaresiz hüznün ağırlığından kurtulmak bir saniyeliğine nasıl da alçakça bir rahatlama sağlıyor. Yılbaşı videolarına bakıyorum boş gözlerle. Gülümseyen, şık giyimli bir kadın süslü bir mutfakta yılbaşına kadar her gün bir başka yılbaşı mezesi tarifi verdiğini anlatıyor. “Bugünlerde evde nar ve taze biberiye bulundurmalı” diyor. “Nar ve biberiye sofrada yılbaşı renklerini tamamlıyorlar”. Mezelerin hepsi çok güzel görünüyor. Ben de yılbaşı gecesi için böyle bir tarifi deneyebilirim diye düşünürken aklıma, biraz önceki videoda bir tas yemek için o kalabalıkta kimbilir ne zaman gelecek olan sırasını beklerken dayandığı parmaklığı yalayan aç çocuk geliyor. İçimi kaplayan suçluluk ve utanç duygusu ile hızlıca ekranı kapatıyorum.
…………………………….
Yeni bir yıla girmemize sadece bir gün kaldı. Yeni yıl çoğumuz için yeni hayaller ve umut demek. Önceki yıllarda yapamadıklarımızı gerçekleştirebilmek, yetişemediklerimize yetişebilmek, söyleyemediklerimizi söyleyebilmek için bir şans daha demek. İnsan, umutla yaşadığından ömründen bir yıl eksileceğini bile bile, her gelen yeni yılı heyecanla bekliyor. Heyecanın asıl sebebi ise geçip bitmiş olan yaşanmışlığın bilinmesi ve yaşanmamışlığın sürprizli bilinmezliği. “Kimbilir belki bu yıl güzel şeyler olur”. Bu umut içeren düşünce insana güç verip ayakta tutuyor.
Asıl iyileştiren, dışardan gelebilecek olanı beklemek yerine kendi içimize odaklanıp, bakış açımızı olumlu yönde değiştirebilmek olsa da, umut dolu beklentilerin çoğumuza iyi geldiği bir gerçek. Umut, insana sadece iyimser bir bakış açısı kazandırmakla kalmayan, aynı zamanda kendini gerçekleştirmesine olanak veren ve geleceğe hazırlayan bir dürtü. Hayallerin ve umutların olmadığı bir dünya ise karanlık. Hele de hayallerini kaybedenler dünyanın geleceği olan çocuklar ise….
“Çocuk” demek “umut” demek. Çocuklar umut eder, hayaller kurar. Bu dünyada bir yerlerde hayallerini tamamen kaybeden çocuklar olduğunu bilmek dünyayı ve yaşamı kökten sorgulatıyor insana. Sanki tüm yeni yıl dilekleri anlamsızlaşıyor ve kupkuru kalıyor.
Gözümü kapıyorum ve dünyadaki tüm çocukların hayallerine sıkı sıkı sarılabildikleri, umut dolu bir dünya hayal ediyorum. Yaşar Kemal’in sözleri tam da burada, şu an söylemek istediğime tercüman oluyor: “Yaşam, umutsuzluktan umut üretmektir”.
Umuda sarılmak istediğim bu anda yine bana bu yazıyı yazdıran video aklıma düşüyor. Bu kez videonun sonlarındaki çiçekli elbiseli küçük esmer kız gözümün önüne geliyor. Evinin önünde dururken gelen saldırı ile kolunu kaybeden bu masum çocuk, kameraya bakıp protez taktırmak istediğini söylüyor. Bu cesur küçük kızın yaşama sarılma isteği benim de içime umut serpiyor.
-
E-Dergi11 ay önce
İsviçre’nin Sesi Şubat 2024
-
Ekonomi10 ay önce
İsviçre’de Maaş Dengesi: Ortalama bir Kişinin Maaşı 6788 CHF
-
Yaşam9 ay önce
Kıskanç Kaynana Belirtileri: Gözden Kaçırmamanız Gereken 10 İşaret
-
İsviçre10 ay önce
Dünyanın En İyi Sağlık Kurumları: İlk 250 Hastane Sıralamasında İsviçre’den 10 Hastane
-
Dünya2 ay önce
META’NIN COVİD-19 AŞILARIYLA İLGİLİ YANILTICI BİLGİ KARARI: İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLIYOR MU?
-
Gündem2 ay önce
ERDOĞAN KARŞITI PAYLAŞIMLARI SIĞINMA BAŞVURUSUNDA HAKLI GEREKÇE OLARAK GÖRÜLMEDİ
-
Gündem2 ay önce
TÜRKİYE’DEN GELEN SIĞINMA BAŞVURULARINA GETİRİLEN SERT UYGULAMALARA TEPKİ
-
Gündem4 ay önce
HÄGENDORF’TA TÜRKÇE “SİZ BENİ YAKTINIZ SİZ!” DİYE BAĞIRDIĞI DUYULAN ADAM KENDİNİ YAKTI: DURUMU AĞIR, HELİKOPTERLE HASTANEYE KALDIRILDI