Sosyal Medya

Köşe Yazıları

Acaba El Alem Ne Der?

yazar

Yayınlayan

on

Cemil Baysal Köşe Yazısı

isviçreninsesi

Acaba El Alem ne der, kimbilir benimle ilgili şu an ne düşünüyorlar? Evet, başlık size yabancı gelmemiş olabilir. Atacağımız adımlar atamadığımız adımlarda, yapacaklarımız ya da yapamadıklarımızda hep bir el alem vardır. Ya da Millet ne der. Bu bende, sende, onda, onlarda, hatta herkeste olan bir düşünce. Peki neden çok önemiyoruz o al alemi? Neredeler, gerçekten varlar mı, varlarsa ne zaman ortaya çıkarlar?

Günümüzde yaşamak, birçok insan için bir sosyal medya etkileşimi kadar karmaşık hale geldi. Her an herkesin gözleri üzerinizde gibi hissedebilirsiniz, özellikle de “el alem” dediğimiz topluluğun bakışları altında. Peki, bu “el alem” kavramının gerçeklikle ne kadar örtüştüğünü ve yaşamımızı nasıl etkilediğini düşündük mü hiç?

Sosyal medya, günümüzde yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Paylaştığımız fotoğraflar, yazdığımız yazılar, beğendiğimiz içerikler… Tüm bunlar, aslında bir sanal tiyatro sahnesinde oynadığımız rollerin birer yansıması. Ancak bu sanal dünyada sergilediğimiz imajın ardında gerçekten kim olduğumuz var mı? Yoksa sadece beğeniler ve yorumlar için mi varız?

Küçük yaşlardan itibaren hayatımıza sinsice giren “el alem”, zamanla büyüdükçe bir korku unsuru haline gelmiştir. Kimi zaman büyüklerimizin öğütleriyle, kimi zaman arkadaş sohbetlerinde karşımıza çıkan bu gizemli topluluk, gerçekte nerede ve var mı, yok mu, sorularını sıklıkla düşündürtmüştür. Gereksiz yerlerde var olan bu el alem, ihtiyacınızın olduğu anlarda ortada yokturlar.

Çocukluktan Gelen Anlatılar:

Çocukluğumuzdan itibaren, büyüklerimizden duyduğumuz hikayelerde, “el alem” genellikle bir korku unsuru olarak anlatılır. Okul hayatımızdan sınavlara, evlilik süreçlerimizden iş hayatımıza, başarılarımızın korunmasından başarısızlıklarımızın hesap verilmesine kadar, “el alem” her zaman hayatımızı şekillendiren bir faktör olmuştur. Kaybettiğimiz maddi değerlerde, yaşadığımız acılarda bile, kendimize verdiği zarardan çok önce, el aleme ne deriz, el alem ne der, onlara nasıl hesap veririzi düşünmüşüzdür. Kimilerine göre gözlerin her an üzerimizde olduğu, kimilerine göre ise bir tür doğaüstü varlık gibi algılanır. Ancak büyüdükçe, bu anlatıların gerçek mi yoksa sadece birer masal mı olduğunu sorgulamaya başlarız.

Eğer “el alem” ya da ‘millet ne der” diye sürekli endişe içindeysek, bu topluluğun varlığı gerçekten mi söz konusu? Belki de bu düşünceler, kendi başımıza yarattığımız birer hayalet. Bu topluluğun gerçekten var olup olmadığından ziyade, kendi hayatımızı nasıl yaşadığımız ve başkalarının düşüncelerine ne kadar değer verdiğimiz önemlidir.

El Alem’in Zamansal Yolculuğu:

Belki de “el alem” hiçbir zaman net bir şekilde ortaya çıkmaz; belki de hep içimizde bir yerlerde var olmuştur. Ancak onun en çok hissedildiği yer, teknolojinin ilerlemesi ve sosyal medyanın yükselişiyle birlikte daha belirgin hale geldi. Günümüzde, bir fotoğrafın beğeni sayısından tutun da paylaşılan bir düşüncenin alacağı yoruma kadar, her şey “el alem”in gözü önünde gerçekleşiyor gibi hissettiriyor.

Ancak belki de “el alem” asıl olarak bireyin kendi zihnindedir. Başkalarının beklentileri ve düşünceleri, kişinin kendi iç dünyasında yarattığı bir projeksiyon olabilir. Bu durumda, “el alem”e karşı koymak, aslında kendi içsel diyaloğumuzu anlamak ve bu etkileri minimize etmek anlamına gelebilir.

Bir diğer açıdan bakıldığında, “el alem” her dönemde farklı biçimlerde var olmuş olabilir. Toplumun, kültürün ve teknolojinin evrimiyle birlikte bu kavramın şekli de değişmiş olabilir. Kimbilir, belki de “el alem” dediğimiz şey, insanoğlunun doğasında var olan, bir başkasının düşünceleri üzerinden kendini değerlendirme eğiliminden kaynaklanan bir olgudur.

İletişim Eksikliği ve El Alem:

El alem bazen gereksiz şeyleri konuşuyor, malzeme veriliyorsa; bazen de bu bizim anlatmadığımız, zamanında konuşmadıklarımızdan, iletişim eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir mi? Belki de konuşanların ne konuştuğuna ya da onlara kimin neyi anlattığından çok, acaba neden bu noktaya gelindiğini sorgulamak mı lazım?

Bu noktada, “el alem” dediğimiz topluluğun konuşmalarının ardında iletişim eksikliklerinin ve anlaşılamayan duyguların yattığı bir gerçek olabilir. Belki de insanlar, duygularını ifade etmekte zorlanmanın verdiği bir boşluğu, dedikodular ve gereksiz konuşmalarla dolduruyorlar. İletişim açısından eksik kalan bir bağlam, “el alem”in varlığını daha belirgin hale getirebilir.

Bu durumu düzeltmek için belki de daha derinlemesine iletişim kurmak, duyguları açıkça ifade etmek ve anlaşılmayan konularda sorular sormak önemli olabilir. “El alem” dediğimiz topluluk, belki de gerçekte anlaşılamayan ya da ifade edilemeyen duyguların bir yansımasıdır. Bu nedenle, sadece konuşulanların değil, aynı zamanda konuşulmayanların da üzerinde düşünmek önemlidir.

Sonuç olarak, iletişim eksikliklerini fark etmek ve bu noktada anlayışlı bir yaklaşım sergilemek, “el alem”in yarattığı karmaşayı azaltabilir. Böylece, gerçek anlamda anlaşılmayanı anlamaya yönelik bir çaba, bu sanal topluluğun etkilerini sınırlayabilir ve daha sağlıklı iletişim ortamları yaratabilir.

El Alem konuşmak için malzeme arıyorsa, her zaman konuşacak bir şey bulacaktır. Bu gerçek, bir bakanın denizin üzerinde yürüme çabasındaki fıkrayla da mizahi bir şekilde ortaya konmuş oluyor. Hatırlarsınız, bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememişti. Ne yapsa makbule geçmiyor, basın her gün kendisiyle uğraşıyordu. Nihayet bir çözüm bulmaya karar verdi: “Öyle bir şey yapayım ki, gazeteciler mat olsun.” dedi ve ilan etti: “Pazar günü saat 10’da bakan, denizin üzerinden yürüyerek geçeceğim.” Pazar sabahı saat 10’da tüm basın mensupları toplandılar orada. Bakan geldi ve elinde bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başladı. Karşı kıyıya kadar da yürüdü geçti. Herkesin gözleri dehşetle açılmıştı. Fakat ertesi gün tüm gazetelerde şu başlık okundu: “Bakan yüzme bilmiyor!”

El alem, sakal bıraksak bıyığı yok; bıyık bıraksak sakalı kısa. Başını örtsek eteği uzun, başını açsa başı açık; etek giysek pantalon giymiyor, giysen etek, neden pantolon giymiyor? Gülsen gülüyor, gülmesen suratını asıyor… Saçın başın kaşın… Yediğinde yemediğine, yemediğinde yemediğine, içtiğinde içmediğine, içmediğinde içmediğine hep söyleyecek lafları olacaktır.

Evet, tam olarak! El alem için yaşamaya devam ettiğiniz sürece, ne yaparsanız yapın, tıpkı bakanın hikayesinde olduğu gibi, her zaman konuşacak bir şey bulacaklar. Asıl önemli olan, kendi içsel değerlerimize ve gerçek mutluluğumuza odaklanmak, dışarıdan gelen dedikoduların ve beklentilerin etkisinden uzaklaşmak. Belki de en güzel cevap, onları yok saymak ve kendi yolumuzda ilerlemek, kendi gerçeğimizi yaşamaktır.

Haberin Devamını Oku
Yorum Yapın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazıları

EN POPÜLER MODA AKIMLARI

yazar

Yayınlayan

on

31.05.2025

MODA AKIMLARININ YARATTIĞI EN POPÜLER TARZLAR

Moda kavramı; tarihler boyunca insanların giyinme ihtiyacının ötesine çıkarak; yaşam koşullarına, dönemsel olaylara, endüstriyel ve ekonomik gelişimlerine, doğa ve doğa üstü koşullara ve onları etkileyen her doneden etkilenerek farklı giyimlerin ve giyim tarzlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Günümüze geldiğimizde ise popüler kültürün, hızlı tüketimin, güncel yaşamsal olayların, siyasi, ekonomi ve coğrafi koşulların, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, en çok etkileyen faktörlerden olan dijital-sanal dünyanın ve tabiki sosyal medyanın etkisiyle hızla değişkenlik gösteren “moda” kavramının güncel değişkenliğe indirgendiği bir dönemi yaşamaktayız. Buna göre de hızla değişen trendlere, hızla değişen tarzlar eklenmeye devam ediyor.

Z kuşağının Y kuşağının hatta bütün kuşakların giyim tarzlarının iç içe girdiğini de söylemeliyiz.

Siz moda akıllarından hangisini benimsiyorsunuz? Yada farkından olmadan hangi moda akımı sizin tarzınız olmuş? Şimdi anlatmaya başlayalım…

SESSİZ LÜKS (QUIET LUXURY)

Son iki yıldır özellikle en öne çıkan trendlerden biri olan “Sessiz Lüks”; sadelikten gelen şıklığın, zarafetin, asil görünmenin tonlarının olduğu ve asla kocaman bir lüks markanın logosuna ihtiyaç duyulmayan, zengin görünmenin aslında tamda bu minimalist ve çabasız şıklıktan geçmesinin tanımıdır.

Dünya moda markalarının tasarımcıları tarafından lüks moda markalarının defilelerinde “Sessiz Lüks” vurgusu tasarımlara yansırken artık sokak stilinin vazgeçilmez bir tarzı haline geldi.

OLD MONEY tarz AKIMI

Old Money; köklerden gelen zenginliği temsil eden, elit , soylu bir yaşam tarzını yansıtmayı amaçlayan, genellikle uzun süreli zengin ailelerle ilişkilendirilen bir giyim ve yaşam tarzıdır. Bu tarzın hedefi gösterişten uzak kaliteli yaşam tarzını yansıtan parçalardan oluşan kombinler yaratmayı , sade, şık ve zarafeti vurgulamaktadır.

Renk paletinde beyaz, nötr tonlar, bejler, ten tonları, kahveler, lacivert, gri renkler ve pastel tonlar kullanılır. Kombinlerde asla canlı ve parlak renkler kullanılmaz.

KORE K-POP TARZI

Kore tarzı; son yıllarda popüler olan Kore müzik grubu K-POP ve Kore dizilerinden ilham alarak ortaya çıkmış bir tarzdır. Bu tarz minimal etkiler taşıdığı gibi rahat görünümü yansıtan şık parçalardan oluşur. Bol pantolonlar, oversize üstler, yırtık kot pantolon, sweatshirtler, gömlekler, tişörtler ve kombinlerde üst üste giyerek yaratılan bir tarz olarak benimsenmiştir.

RETRO TARZ

Retro tarz; yakın geçmişte moda olan akımların tekrar popüler trendler arasına ggirmesidır. Örneğin 60’li, 70’li yıllarda giyilen bol paça pantolon, platform ayakkabı, puantiyeli elbiseler gibi parçaların günümüzde tekrar moda olarak giyilmesidir. Retro ve Vintage giyim sıkca karıştırılabilir. Retro, yakın bir geçmişte oluşmuş moda akımlarının tekrar ortaya çıkmasıdır. Vintage ise bir dönemden günümüze kalmış kıyafet ve aksesuarların oluşturduğu bir giyim tarzıdır.

PIN-UP TARZI

 1940 ve 1950’lerdeki dergi kapak kızlarından ilham alan onların giyim tarzını benimseyen bir moda akımıdır. Döneme damgasını vuran Hollywood yıldızı Marilyn Monroe’nun tarzı tam olarak bu akımı yansıtmaktadır. Günümüzde Pin-Up tarzı olarak geçen bu stile sahip olmak istiyorsanız , vücut hatlarını ön plana çıkaran elbiseler, bluzlar, diz altında biten etekler, elbiseler, Maryjane ayakkabılar ve tabiki dönemi yansıtan saç ve makyajla sizde pin up kadını olabilirsiniz..

BOHEM TARZI

Bohem tarzı; rahat, bol, dökümlü, salaş kıyafetlerden oluşan, etnik desenlerle zenginleştirilmiş elbiseler, bluzlar, pantolonlar, deri sandalet ve aksesuarlarla kombinlenen bir tarzdır.

Özgür ruhlu bir imajı temsil eden Bohem tarz:aynı zamanda sanatsal etkilerde taşır. Özellikle rahatlığın ön plana çıkardığı için bahar ve yaz aylarının vazgeçilmez stilleri arasında yer alır. Uçuş uçuş etnik desenli elbiseler, tahta renkli boncuklu kolyeler, bereler, saç bantlarıyla kombinlenerek giyilir.

GOTİK TARZ

Gotik ögeleri barındıran, karanlık, esrarengiz, dramatik bir görünümü yansıtan bir moda akımıdır. Siyah giyinmek en temel özelliğidir. Tüller, deri, kadifelerden yapılmış deri ceketler, etekler, uzun marjinal kesimli elbiseler bu tarzı yansıtan en önemli parçalardır. Kalın tabanlı bot tarzları, piercingler, file çoraplar, gösterişli takılar, deri şapkalar gibi aksesuarlar gotik giyimin en önemli tamamlayıcılarıdır.

En az aksesuarlar kadar koyu renkli makyajlarda soluk ten imajı da bu akımın en belirgin özelliğidir.

YAZAN VE HAZIRLAYAN : AYŞENUR DEMİRKAN

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

Firuzan

yazar

Yayınlayan

on

Araftaki Kadınlar

  Fatih Gezer ismini ilk kez, üyesi olduğum Göçmen Kitapseverler Kulübü aracılığı ile duydum. Bu kulüp, dünyanın dört bir yanına savrulmuş biz göçmen kuşları; dilin, hikayenin ve edebiyatın sıcaklığıyla birbirine bağlayan bir topluluk. Her ay bir yazar ya da çevirmeni konuk ettiğimiz bu kolektif alanda, yalnızca kitapları değil; yaşamlarımızı da paylaşıyor, ortak soruların peşinden birlikte yürüyoruz. Telegram grubumuzda Fatih Gezer’in adı sıklıkla geçmeye başlayınca,içime bir merak düştü. İlk Türkiye ziyaretimde kitaplarını edinmek üzere notumu aldım.

  Başlangıçta 2021 Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’nü de alan Ölüler Kıraathanesi’ni okumayı planlamıştım; fakat İstanbul’da geçirdiğim süre boyunca kitaba ulaşamamam sebebiyle o günlerde raflarda yeni yerini alan Firuzan ile Zürih’e döndüm. Kitabı elime aldığım an, sadece bir roman değil; katman katman açılan bir anlatı, bir ağıt, bir direniş metniyle karşı karşıya olduğumu anladım.

 Dünyanın neresinde olursak olalım, kadına yönelik şiddet hala tüm çirkinliğiyle hayatlarımızın içinde. 21. yüzyılda bu acıyı konuşuyor olmak tarifsiz bir utancı da beraberinde getiriyor. Belki de bu yüzden, kadınların sesini duyurabilen her anlatı, benim için çok özel. Firuzan da, yalnızca kadınların yaşadığı acıları anlatmakla kalmıyor; bunu şiirsel, incelikli ve çok katmanlı bir dille yaparak okurunu hem sarsıyor hem de büyülüyor.

 Bu güçlü anlatıya geçmeden önce, yazarın kendisine de yakından bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Fatih Gezer, yalnızca bir yazar değil; müzik, yayıncılık ve gazeteciliği bir arada yürüten çok yönlü bir anlatıcı. Grup Hertelden ve Ötekiler Müzik Topluluğu’nda solist ve gitarist olarak yer alan Gezer, İstanbul Aydın Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü birincilikle tamamlıyor.  2016 yılında “Anlarlar mı?” adlı söz ve müziği kendisine ait olan beş şarkıdan oluşan albümü çıkaran Gezer, hâlen Düşün adlı derginin genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor ve bir gazetede düzenli köşe yazıları kaleme alıyor. Ölüler Kıraathanesi, Suni Tebessüm ve Ruhunu Satanlar Derneği adlı eserlerinin ardından 2025 yılında yayımlanan Firuzan, onun edebi çizgisinde önemli bir eşik.

Dört Nesil, Bir Kader

Firuzan son zamanlarda okuduğum en sarsıcı kadın anlatılarından biri. Kadınların hikâyesi anlatılmadıkça dünya tam anlamıyla dönmeyecek gibi hissediyorum. Dünya döndükçe de değişmeyen kadın hikâyeleriyle yeniden yüzleşeceğimizi ucu paslı bir bıçak ile kalbimizi delerek hatırlatıyor Firuzan. Kuşaklar değişse de kadına reva görülen yazgı değişmiyor.

“Gülmeyi unutanlardan kahkaha ummak boşunadır.”     cümlesi ile aralanıyor hikaye.

 Roman, erken yaşta yaşamla bağını koparan bir kadının, Firuzan’ın kendi ipini çekerek hayata veda etmesi ile başlıyor. Acısına sebep olan  bütün erkekleri, hayattan alacaklı günlerini tekmeler gibi ittiriyor ayağının altındaki tabureyi. Öldükten sonra da huzurla göğe yükselemiyor ve arafta kalıyor. Geçmişin izini sorgularken, orada kendi soyundan kadınlarla karşılaşıyor. Okuru, büyük ninesi Umay’dan kendi annesine kadar uzun bir yolculuğa çıkarıyor.

 1658 yılında büyük büyük nine Umay’la başlayan hikaye, dört kuşak kadının sesiyle çoğalıyor. Bu kadınların her biri, kendi döneminin karanlık yüzüyle hesaplaşırken, yaşadıkları felaketlerin kişisel olduğu kadar toplumsal olduğunu da gösteriyor. Umay ile başlayan kadim bir lanet, nesilden nesile devredilirken, her kadın bir sonrakine daha güçlü bir ses bırakmaya çalışıyor. Umay Nine, Rojda, Hacı Meryem Anne (Maria), Firuzan, Nigâr… Hikâyenin tamamında erkek eliyle açılan yaraları olan bu kadınların, seslerini duyurmayı başarıp başaramadıkları ise romanın temel sorularından biri olarak karşımıza çıkıyor.

 Zaman zaman Firuzan’ın öte dünyadan yükselen sesiyle, zaman zaman da Umay’ın, Dapir’in geçmişin sislerinden gelen fısıltılarıyla şekillenen bu anlatı, erkekler tarafından yazılmış resmi tarihe karşı kadınların sözünü öne çıkaran bir direniş metnine dönüşüyor.

 Firuzan, toplumsal belleği, kuşaklar arası kadın deneyimini ve geçmişle hesaplaşma temasını odağına alan; diliyle, kurgusuyla ve biçimiyle edebi bir bütünlük sunan çarpıcı bir roman.Firuzan ayrıca işitsel de bir deneyim.  Kitabın içine yerleştirilmiş QR kodlar aracılığıyla dinlenebilen özgün besteler, anlatıya eşlik ediyor. Böylece metin, okurun yalnızca zihnine değil, duyularına da sesleniyor. Her şarkı, romanın duygusal haritasında yeni bir bölge açıyor; karakterlerin sesi notalarla daha da derinleşiyor.

Haberin Devamını Oku

Köşe Yazıları

GEÇMİŞİN İZİNDE, RENKLERİN İÇİNDE: FENER VE BALAT

yazar

Yayınlayan

on

Ne zaman giderseniz gidin, bir anda takvim yapraklarının değiştiğine şahitlik edeceksiniz. Ruhunuz geçmişin izlerinde bir gezintiye çıkacak.

Fener, adını eskiden burada bulunan deniz fenerinden alır. Türkiye’de resmi adı “Fener Rum Patrikhanesi”, dünyada bilinen adıyla “Constantinopolis Ekümenik Patrikhanesi”, Ortodoks dünyasının ruhani liderliğini üstlenen bu kurum, semtin en etkileyici yapılarındandır. Ana ibadethanesi olan Aya Yorgi (Aziz George) Kilisesi’nde bulunan ikonastis (ikona duvarı) üzerinde marangozların 40 yıl çalıştığı rivayet edilir. Kilisede, Hz. İsa’nın kırbaçlandığı sütun ile birlikte üç Azize’nin bedenleri gümüş ve bakır tabutlarda muhafaza edilmektedir. Ayrıca birçok Meryem Ana ikonasına da ev sahipliği yapar. Dışarıdan mütevazı görünen bu yapı, içinde sadelik ve görkemi bir arada barındırır. Ziyaret saatleri: 08.00 – 16.00.

Aynı duyguyu hissettiren ve yine bu bölgede bulunan Demir Kilise (Sveti Stefan)‘den bahsetmeden geçemem. Bir mühendislik harikası olarak anılan bu kilise, 19. yüzyılda Bulgarların Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak kendi kilise ve okullarına sahip olmak istemesi üzerine, Stefan Bogoridi’nin bağışladığı arsa üzerine ahşap bir yapı olarak kurulur. 1849’da ibadete açılan kilise, onun anısına Sveti Stefan (Aziz Stefan) olarak anılır. 1890’daki büyük yangında tamamen yok olduktan sonra, daha kalıcı ve gösterişli bir yapı inşa edilmek istenir. Tümüyle demirden inşa edilen bu yeni kilise, Viyana’daki Waagner Firması tarafından prefabrik olarak üretilir. Yaklaşık 500 ton ağırlığındaki parçalar Tuna Nehri ve Boğazlar üzerinden İstanbul’a getirilir ve 1898’de yeniden ibadete açılır. 2018’de restorasyonu tamamlanan kilise, haftanın her günü 09.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. Küçük bir not: İçeride fotoğraf çekmek yasaktır.

Balat ise bir rivayete göre Rumca “saray” anlamına gelen “Palation” kelimesinden türetilmiştir. Blaherna Sarayı’na yakınlığı sebebiyle bu ismi aldığı söylenir. Bizans döneminden günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu mahalle, hâlâ bu medeniyetlerin izlerini taşır.

Haliç’in kıyılarında uzanan Fener ve Balat, adeta yaşayan birer hafıza gibidir. Farklı inanç ve kültürlerin uyum içinde yaşadığı bu mahalleler, sahip oldukları değerli yapılarla bir açık hava müzesi görünümündedir. Daracık Arnavut kaldırımlı sokakları, cumbalı evleri, sinagogları, camileri ve kiliseleriyle büyüleyici bir tarih sunar. UNESCO Dünya Mirası kapsamında yenilenen renkli evleri, rengarenk merdivenleri, otantik kafeleri, duvar yazıları ve antikacılarıyla özellikle fotoğraf severler için eşsiz kareler sunar.

İstanbul’un kadim ruhunu taşıyan bu semtler, geçmişin kültürüyle bugünün hareketliliğini harmanlayan çok özel bir yerdir.

Bu bölgede ziyaret edilebilecek bazı önemli yapılar:

  • Kanlı Kilise (Moğolların Meryemi Kilisesi)
  • Fener Rum Erkek Lisesi (Kırmızı Mektep)
  • Balat Çarşısı (Çıfıt Çarşısı)
  • Gül Camii
  • Atik Mustafa Paşa Camii
  • Balat Oyuncak Müzesi

Haberin Devamını Oku

Trendler